Geldik gönlümün efendisi adını bir türlü söyleyemediğim, yazarken cebelleştiğim o şehre, huzurlarınızda Sighişoara! Ayy üstelik bu ismi ilk defa 1431 yılında Vlad Dracul tarafından yazılmış bir belgede kullanılmış. Yani o kadar yıldır adı aynı. Ama ben bir türlü söyleyemiyorum. Ama zor değil mi haklıyım yani, lütfen haklısın deyin :)
Adından da anlaşılacağı üzere şehrin tarihi de çok eskilere dayanıyor. Şehrin turist radarına girme sebebi Romanya’nın halk kahramanı Vlad Tepeş! Dünyanın tanıdığı isimle Drakula, bizim bildiğimiz adıyla Kazıklı Voyvoda. Bu adamcağız olmasa Romanya’nın hali nice olurmuş bilmiyorum inanın. Bu hem mecazi hem gerçekten de doğru bir söylem. Çok önemli bir tarihi figür kendisi. İşte bu önemli adam burada doğmuş 4 yaşına kadar buradaki bir evde yaşamış. Her ne kadar kimse “kesin bu ev” diyemese de müthiş bir pazarlama taktiği ile bina turistlerin uğrak noktası oluvermiş.
Transilvanya Saksonları tarafından kurulan şehir, zamanla ekonomik olarak gelişmiş ve ticari bir merkez haline gelmiş. Osmanlı akınlarından korunmak için, 14 kule ve 5 topçu tabyası yapılmış. Bu toprakların insanları, gerçekten de oldukça dayanıklıymış doğrusu. Geleni geçeni eksik olmamış.
Neyse tarihin derinliklerine yazısının sonunda ineceğiz ama önce ben size şehirde nereler gezilmeli onları anlatayım.
Saat Kulesi (Turnul cu Ceas) : Şehri gezmeye bu kulenin dibindeki kapıdan girerek başlayacağınız için illa ki göreceksiniz. Şehrin simgesi de bu yapı zaten. Uzaktan renkli shingle kiremitli bir çatısı görünüyor. Kulenin üstünde 14.yy. yapımı bir saat var ve çalışıyor.
Kale tarafında, elinde zeytin dalı tutan Barış, bronz davulunda saatleri çalan bir davulcu eşliğinde görüyoruz. Onların üstünde bir teraziyle adalet ve kılıç kullanan Kanun, Gündüz ve Gece’yi temsil eden iki melek de yer alıyor. Sabah 6’da günü simgeleyen melek belirir ve çalışma gününün başlangıcını işaret eder ve akşam 6’da geceyi simgeleyen melek, çalışma gününün sonunu işaret eden iki yanan mum taşıyarak çıkar.
Bir de içinde 7 adet tahtadan mitolojik karakter var ve haftanın günlerini temsil ediyorlar. Diana (pazartesi), Mars (Salı), Merkür(Çarşamba), Jüpiter(Perşembe), Venüs (Cuma), Satürn(cumartesi), Güneş( Pazar) oyuncaklar saat 10.00 da dans ediyor.
Giriş ücreti ve saatler: 16 lei – 9:00-18:30 (Pazartesi günleri kapalı)
Vlad Dracul’un Evi (Casa Dracula) : Saat kulesinin hafif yokuşunu çıkınca minnak meydana çıkacaksınız. Kalabalığı görünce hemen o sarı evi arayın. Buldunuz mu, tamam işte o ev dışardan bakınca lokanta gibi görülse de Dracula romanına esin olan Vlad Tepeş’ in evi.
Binanın içinde aslında bir lokanta var. Üst katında da birkaç odayı Dracula’ya adayarak korku müzesi yapmışlar. Ya 10 lei verip gireceksiniz ya da orada yemek yiyeceksiniz. Biz girdik bir de anlamsızca korku dakikaları yaşadık. (İnstagramda hikayeler profilimde sabittir, izleyebilirsiniz)
İçerisi korku filmlerinden fırlamışçasına zifiri karanlıktı. Gıcırtılı bir müzik eşliğinde, tavandan örümcek ağları sarkıyor. Pelerin giymiş bir adam, ağzından kan sızdırıyormuş gibi yaparak size aniden saldırıyor. Tabutta yatan bir adam ise, yaklaştığınızda kalkıp sizi ürkütüyor. Yarasa ve baykuş sesleri, serin bir rüzgarla birleşerek ürpertici bir atmosfer yaratıyor. Kendi kendine çalan bir piyano, türlü türlü korkutucu saçmalıklar işte.
Giriş ücreti ve saati : 10 lei – 10:00-22:00 (Pazartesi günleri kapalı)
Meydanda Vlad Tepeş’in heykelinin yer alması şehrin evle sınırlı kalmadığını gösteriyor. Tarihi karakterlerin aslında neye benzediğini pek bilemeyiz. Örneğin Fatih Bellini’ye portresini çizdirmese nerden bilecektik. İşte bu Vlad Tepeş yani Kazıklı Voyvada abimiz de portresini çizdirdiğinden resimlerde gördüğümüzün tıpatıp o olduğundan eminiz. Bu büst de onun bizzat kendisi o yüzden aman o da eksik kalmasın deyip bir fotoğraf çektirdik. Bu Sighişoara bayaa sahiplenmiş Vlad Tepeş’i. Her yerde magnetler, pelerinler, vampir dişleri filan satılıyor. Bu arada romencede tepeş kazık anlamına geliyormuş. Voyvoda da aslına bakarsanız slav dillerinin tamamında prens demek.
Adı sanı, yaptıklarıyla her şeyi karmakarışık VLAD TEPEŞ’ İN hikayesini anlattım fakat ağzımızın tadı kaçmasın diye en sona bıraktım.
Venedik Evi (Casa Venetiana) 13. Yy dan kalma bir ev tam Dracula evinin karşısındaki evdir. Ben ona merdivenlerine oturup etrafı seyretmelik bina diyorum.
Sighişoara Meydanı (Piata Cetatii): Dracula evine girip çıktıktan sonra Sighişoara’nın ana meydanına geleceksiniz. Sadece tarihi yapıları değil, aynı zamanda yerel lezzetleri de bu meydanda deneyebilirsiniz. Örneğin, meydanda satılan lángos (kızarmış yassı ekmek) ve papanasi (Rumen kızarmış donutları) gibi.
Kokuların ardından geldiğimiz meydan cici evlerle çevrili. Köşede bir binanın duvarında bir geyik başı var. Burası Casa cu Cerb’dir hatta ona Geyik Evi deniyor. 17. yüzyılda inşa edilmiş ve Sighisoara’daki en iyi korunmuş ev deniyor.
Strada Tamplarilor (Marangozlar Sokağı) Meydanı keşfettikten sonra, rengarenk evlerin sıralandığı Marangozlar Sokağı’na doğru ilerledik. Cici evlerin sıralandığı bu sokakta en güzel fotoğraflarınızı çekeceksiniz. Bir yerde farklı renklerin farklı loncaları temsil ettiğini okumuştum?! Acaba parlak pembe ne anlama geliyor?
Dominik Manastır Kilisesi (Biserica Manastirii Dominicane): Manastır şehrin tam tepesinde yer alıyor. O yüzden önce merdivenleri çıkmanız gerekecek.
Scara Acoperita (Kapalı Merdiven): Öğrenci Merdiveni olarak bilinen ve 176 ahşap basamak olan bu merdiven oldukça ilginçti. 1642’de öğrencilerin tepedeki okul ve kiliseye ulaşmasını sağlamak için inşa edilmişler. Öğrencileri rüzgardan, yağmurdan, güneşten, kardan korumak amacıyla üstü kapatılmıştır. 6 adımla gruplandırılmış ve ardından düz bir alan, 6 iş günü ve bir dinlenme günü anlamına geliyormuş. İçeri sızan ışık ve tepede çalan sokak müzisyenleriyle keyifle çıktık. Biz yorulmadık ama herkes nefes nefese kalmıştı.
Biserica din Deal/Romanian – (Bergkirche/German): (Tepedeki Kilise) : Onca merdiveni çıkınca beklentiniz şahane bir manzara oluyor haliyle. Gerçekten de tüm şehir buradan görülebilir. Tepedeki bu bazelika 13. yüzyıldan kalma ve altında bir kripta odası bulunan birkaç Transilvanya kilisesinden biridir. Hemen yanıbaşında mezarlık vardı ve biz neden bilmiyorum ama gezilerde illa bir mezarlık ziyareti yapıyoruz. Çok ilginç mezar taşları oluyor, bence şöyle bir dolşamanın zararı olmaz.
Sighişoara Kalesi (Cetatea Sighisoarei) : Her ortaçağ şehrinde olduğu gibi kalesi olan bir şehir burası. Kale, gözetleme kuleleriyle çevrilidir.
Her gözetleme kulesini, farklı zanaatkar loncaları inşa etmiş. On dört kuleden sadece dokuzu hala ayaktadır. Hepsini gezerseniz zaten şehrin etrafında tam bir yuvarlak yapmış olursunuz ve şehir gezisi böylece biter. Bazılarının içine giriliyor bazılarına ise mesafeden ötürü sadece uzaktan bakılıyor.
Kuleler (Turnurile cetatii) : Bunlar arasında en etkileyici olanlar, Terzi ve Ayakkabıcı Kuleleridir.
Lupa Capitolina (Roma’nın efsanevi kurucusu Remus ve Romulus kardeşleri emziren kurt heykeli. Orjinali Roma’da çünkü onun bir mitolojik hikayesi var. Uzatmamak adına anlatmıyorum ama taa Truva’ya kadar uzanan bir hikayedir. Roma şehrinin kuruluşunu anlatır. İtalya, Romanya’nın Latin köklerini vurgulamak için 5 adet kopyasını hediye etmiş birkaç şehirde daha gördük. Görürseniz şaşırmayın diye yazıda yerini aldı.
Karanlığın Efendisi mi, Yoksa Kahraman mı?
Transilvanya’nın ürkütücü atmosferiyle özdeşleşen Dracula, yüzyıllardır hem korku hem de merak uyandıran bir figür. Peki, bu efsanevi karakterin gerçek yüzü neydi? Gelin, tarihin karanlık dehlizlerinde yolculuk yaparak Vlad Tepeş’in hayatını ve Drakula efsanesinin doğuşunu birlikte inceleyelim.
Vlad Tepeş, 15. yüzyılda Romanya’da, Ejderha Tarikatı’na mensup Vlad Dracul’un oğlu olarak dünyaya geldi. (Bu tarikat, Hristiyanlığı koruma ve Türklere karşı mücadele amacıyla kurulmuştur) Dracul “ejderha” anlamına geliyordu. Bu unvan, daha sonra Vlad Tepeş’e de geçti ve “Drakula” yani ejderhanın oğlu olarak anılmaya başlandı. Babasının siyah pelerini ve ejderha madalyonu ona miras kalacaktı. Hatta ölümüne kadar hiç çıkarmadığı kostümleri, daha sonraki yüzyıllarda vampir kostümleri olarak onunla birlikte efsaneleştirileşti.
Osmanlı İmparatorluğu’nun yükselişi, Vlad’ın hayatını derinden etkiledi. Babasının siyasi manevraları sonucu küçük yaşındayken abisi Radu ile Osmanlı sarayına gönderildi. Söylenine göre bu iki çocuk Fatih Sultan Mehmet ile beraber büyümüştü. Hatta Vlad ve Radu kardeşler sarayda iyi muamele görmüş ve çok iyi bir eğitimden de faydalanmışlardı.
Türk sarayında geçirdiği günler, Vlad Tepeş’in karakteri üzerinde derin izler bıraktı. Daha sonraki zalim eylemlerine zemin hazırladı. Zaten psikolojik rahatsızlığı gayet açık olan Drakula’nın Osmanlıların yanında geçirdiği yıllar, soğuk ve sadist kişiliğine tesir etmiş ve onun yıkıcı yanını şiddetlendirmişti.
Kanlı Bir İntikam
Bir yanda babasının ölümü üzerine Eflak tahtına geçen Vlad diğer yanda İstanbul’ u kuşatan ve fethe kararlı Sultan Mehmet vardı. Vlad düşmanlarına karşı acımasız bir intikam savaşı başlattı.
En sevdiği işkence yöntemi olan ve adıyla nam salan kazığa oturtmayı denemeye başladı. Kazıkların ucu yuvarlatılır ve kazıklara özel bir yağ sürülürdü. Böylece kurbanların hemen ölmesinin önüne geçilirdi. Kazıkları insanların anüsünden sokup ağzından, kafasından çıkartırdı. Yavaş yavaş kan kaybından ölmelerini izlermiş. Yapılan bu vahşet karşısında yemek yediğine, kazıkların altına koydurduğu fıçılara dolan kanları içtiğine dair anlatılar da var. Bu nedenle vampir olduğu söylenir.
Katlettiği insan sayısının 100 bine yaklaştığı rivayet edilir.
Husumet 1459 yılından itibaren Osmanlı İmparatorluğu’na vergi ödemeyi reddetmesiyle başladı. Vergi vermek Osmanlı toprağı olduğunu kabul etmek olduğu için, Fatih’in elçilerini kazığa oturtur. Hatta yanına giden elçiler başlarındaki sarıkları çıkarmayınca kafalarına sarıkları çiviledi. Başlarını kesip Fatih’e öyle yollayınca o da 1.000 atlı daha yolladı. Fakat Vlad onları da kazığa dikti.
Bu gelişmeler karşısında Osmanlı ordusu, 1462’de Fatih komutasında Eflak’a doğru sefere çıkıyor. Yanında Mahmut paşa da var. Osmanlı askerleri Eflak’ın başkenti Targovişte’ye vardığında gördükleri manzara korkunç. Yaklaşık 5 km’lik alanda binlerce insan kazığa oturtulmuştur. Tam ortada da güvenilir elçisi Hamza beyi kazıkta görüyor ve yere oturup ağlıyor bunu yapan insan olmamaz, diyor.
Disiplinli Osmanlı ordusunu başında Fatih Sultan Mehmet’i gören Drakula, çareyi askerleriyle birlikte ülkenin derinliklerine çekilmekte buldu. Tarlaları kurutarak, suları zehirleyip ekinleri yakarak kaçtı. Bir de veba, cüzzam, frengi ve verem hastalığı bulunan kişileri, Türk askeri gibi giydirerek Osmanlı ordusu arasına sokmak şeklinde biyolojik bir savaş sürdürüyordu.
Drakula sultanı öldürmek için kılık değiştirerek Osmanlı ordusu içerisine bile girmişti fakat işler planladığı gibi gitmedi. Bu sırada Akıncı Beyi Mihaloğlu Ali tarafından fark edildi. Mihaloğlu Ali, yanına aldığı yeniçerilerle onu takip etmeye başladı. Bu takip sırasında 2 bin seçkin askerini kaybeden Drakula’nın kendisi de yaralandı ve canını son anda kurtardı, başkenti terk ederek Karpatlar bölgesine çekildi.
Başkent Tirgovişne’ye girip hâkimiyeti eline alan Fatih Sultan Mehmet, Drakula’nın küçük Kardeşi Radu’yu yeni prens ilan etti ve Radu’ya hatırı sayılır bir güç bırakarak İstanbul’a geri döndü.
Günden güne eriyen gücü ve ordusuyla Drakula adıyla anılan şatoda hapis gibi bir hayat yaşıyordu. Kardeşi Radu, şatonun etrafı sarıp ertesi gün havan ve normal toplarla dövülmesi kararı aldı. Fakat bir Osmanlı ajanı aracılığıyla kuşatılacağını öğrenen Drakula, buradan da kurtulmayı bir şekilde başardı. Kendisine dair anlatılan vampir hikâyelerinde sıkça geçen, gece ortaya çıkma ve aydınlıktan kaçma mitinin bu olaya bağlanır. Pek çok kez yaralanmasına rağmen hayatta kalması ölümsüzlükle anılacaktır.
Nihayetinde Osmanlı Ordusuna mağlup oldu ve kılıçla başı gövdesinden ayrılarak idam edildi. Vlad’ın başı, Fatih Sultan Mehmet öldüğünden emin olsun diye Osmanlı birlikleri ile birlikte İstanbul’a getirildi. Hatta derler ki bozulmasın diye bal dolu bir kutu içinde gelmiş kesik başı.
Öldüğünde 45 yaşında olan Drakula, Batılılarca vampir, Türk ve Müslümanlarca da Kazıklı Voyvoda olarak tarih sahnesindeki unutulmaz yerini aldı.
Farklı hikâye ve efsaneleri anlatılan Vlad Tepeş’in Romanya’ da bir halk kahramanı olduğunun ise altını çizmek isterim. Hatta ve hatta Romanya turizm ofisinin resmi sitesinde olaylar anlatılırken “bitkin düşen Sultan sonunda başkente ulaştığında, çok korkunç bir manzarayla karşılaştı: yüzlerce kazık, Türk esirlerinin kalan leşlerini tutuyordu.” cümlesiyle aktarılmış. Leş? Buradan şunu anlıyoruz tarih ne taraftan baktığınıza göre değişebiliyor. Oysa Romanya topraklarında çok daha fazla kötü gün yaşanmış ve sanki en az hasar Türkler tarafından verilmiş gibi ama ne yaparsınız adımız çıkmış bir kere:)
Bu can sıkıcı mevzu sonrası biz yine şehre dönelim en iyisi.
Mutlaka görün listesi dışında el işi ürünlerin satıldığı dükkanlar, cici antikacılar gezebilebilirsiniz. Dracula resimli magnetler, tahta kılıçlar, pelerin almak isterseniz o başka ama bence tepeden şehri izleyeceğiniz banklara oturup zaman geçirin.
Şayet bizim gibi bi gece kalırsanız kale içindeki o mistik havayı soluma şansınız da olur. Bence bu şehir diğer Transilvanya kasabalarından farklı olarak gecesi en güzel olanıydı.
Tüm buları düşününce Sighişoara ziyaret etmeye değer mi diye soranlar oldu cevabım kesinlikle evet!
Aklıma gelmişken Sighişoara’ da kaldığımız yerin adını yazayım. CASA SOARE artık bookingten mi bulursunuz yoksa sahibesi Sİmona’ ya şuradan mı ulaşırsınız bilmem. +40 755 290 468 Evin arkasındaki fırına uğramayı da unutmayın.
Umarım bu yazıyı okumaktan keyif almışsınızdır ve Romanya’daki Sighişoara’yı ziyaret etmeyi düşünürsünüz. Aşağıdaki yorumlarda yazıyı nasıl bulduğunuzu bana bildirin lütfen.
Yazı içinde bahsettiğim yerleri gösteren haritayı da şuraya bırakıyorum.
Yeni yazılarımdan haberdar olmak ve daha fazla fotoğraf, video için sosyal medya hesaplarımı takip etmeyi unutmayın!
Bükreş için şuraya
Braşov için şuraya
Sibiu için şuraya
Romanya’ ya gezisi öncesinde bilmeniz gerekenler için şuraya
Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.
2 Comments
Ellerinize sağlık. Harika bir yazı olmuş. Bir yılbaşında iki gece kalmıştım. Beklediğimin aksine sıcak, güneşli bir havaya denk gelmiştim. Gezerken çok keyif aldığım yerlerden. Teşekkürler.
değerli vaktinizi ayırıp okuduğunuz için asıl ben teşekkür ederim.