Romanya’da gizli kalmış cevherlerden bahsedeceğim yazıma hoşgeldiniz!
Peleş Kalesi
Salina Turda
Transfagaraşan yolu ve daha fazlası
Sinaia, Romanya’nın en ünlü Peleş ve Pelişor Kalesi’ne ev sahipliği yaptığı gibi kış turizmi içinde ünlü lokasyonlardan biridir. Bence yavaş gezmeyi sevenler için harika bir konaklama noktası olabilir. Hatta keşke vaktimiz olsaydı da bu huzurlu kasabada bir gece kalsaydık diye iç geçirdik. Şimdi gelin bu şirin kasabaya neden gitmeliyiz, ne göreceğiz bir bakalım.
Şehrin adı çok ilginç bir yerden geliyormuş. Hikaye Prens Mihail Cantacuzino’nun, Mısır seyahatinde Sina Dağındaki Saint Catherine Manastırı’ndan çok etkilenmesi ve kendi ülkesine de böyle bir manastır yaptırmaya karar vermesiyle başlamış. 1695 yılında adını bu dağdan alan Sinaia Manastırı kurulmuş ve zamanla bu manastırın çevresinde kasaba oluşmuş. İsmine de Sinaia denmiş. Peleş kalesine çıkarken isim anası manastır da görülebiliyor. İçine giriş ücretliyi ( 7 lei ) biz girmedik. Dışının içinden daha güzel olduğunu düşündürdü açıkçası.
Buraya gelme sebebimiz zaten Peleş kalesiydi. Kasaba yazlık olarak soyluların gözdesi haline gelince Romanya’nın ilk kralı olan I. Carol buraya 1883 yılında yazlık bir saray yaptırmak istemiş. Adamcağız 1914 yılında öldüğünde bu saray henüz bitmediğinden kendisi içine hiç kalamamış, yazık. Ama kraliyet ailesi önemli misafirlerini ağırlamak için bu sarayı kullanmış.
Senede 1 milyon turisti ağırlayan bu sarayın içi çok değişikti. Tamamen ahşap kaplamalar ve yer yer mermerler bezenmişti. Peleş şatosunun 160 odası Murano kristal avizeleri, vitray pencereleri ve Cordoba derisiyle kaplı duvarlarla ihtişamlı görünüyordu.
Her oda farklı bir stil veya tema ile dekore edilmiş. Floransa odası İtalyan tarzında döşenmiş ve Michelangelo motifleriyle çevrili. Süslemeleriyle ve iç mekan mermer çeşmesiyle Mağribi odası çok şıktı. Türklerin gösterişli yaşam tarzını gösteren Türk Salonu en dikkat çekici kısmınlardı.
Avrupa’nın en iyi av ve savaş teçhizat koleksiyonlarından birine ev sahipliği yapıyormuş. Kralın koleksiyonunda 4.500’den fazla parça bulunuyormuş. Peleş Kalesinde 400’den fazla parçası sergileniyor; en önemli parça ise 265 libre ağırlığındaki bir şövalye ve at zırhı.
Kraliyet Kütüphanesi’nin (30.000 kitap varmış) kral dairesine açılan gizli ve tek taraflı kapısı varmış. Çok gizliydi göremedik.
Peleş Kalesi merkezi ısıtma ve elektriğe sahip olan Avrupa’daki ilk kaleymiş.
Bizim şimdilerde 2- 3 saatte gezdiğimiz bu saraya bir ara Çavuşesku da göz dikmiş. Netice de diktatörler saray sever biliriz, neyse efenim ama demiş ki “bu sarayın dekoru benim tarzım değil, Bizimla deılsınn! O yüzden herşeyi söküp atın ben yeniden dekore edilsin istiyorum”. Akıllı işi değil de adam da zaten delinin teki.
Memlekette Allahtan herkes delirmediğinden akıllarına sarayı kurtarmak için diktatörün zaafından yararlanmak gelmiş. Şöyle ki bu sevimsiz yaratık hep birileri onu öldürecek zannedermiş, hastalanmaktan, zehirlenmekten korkarmış. İşte bunu bilenler de aman efendim Sinaia civarında salgın bir hastalık çıktı hiç tavsiye etmeyiz deyip vazgeçirmişler de saray böylece kurtulmuş. Bu gerçek mi hikaye mi bilemediğim anektotla Peleş kalesinden çıkıyoruz.
Pelişor Kalesi ise hemen Peleş Kalesi’nin arkasında bulunan daha küçük bir kale. Tahtın varislerinin konutu olarak düşünülmüş. Sadece dışarıdan görmekle yetindik. Devasa bahçelerde serbestçe gezebilir cafelerde mola verebilirsiniz. Peleş Kalesi görkemli bir yapıya sahipken, Pelişor Kalesi daha sade ve samimi bir atmosfere sahiptir.
1975 — 1982
Peles “Resmi Devlet Binası” ilan edildi ve ziyaretçilere kapatıldı. Kraliyet Alanı’na yalnızca üst düzey yabancı konuklar kabul edildi. Romanya Komünist lideri Çavuşesku tarafından Peleş kalesinde ağırlanan devlet başkanları arasında şunlar yer alıyor: Richard Nixon, Yaser Arafat, Muammer el-Kaddafi, Gerald Ford, Todor Jivkov.2007
Peles Şatosu, müze olarak ziyaretçilere açık tutulmak üzere Romanya Kraliyet Ailesi tarafından Romanya Devleti’ne kiralandı.
Bükreş, Brasov ve Sibiu’dan Sinaia’ya sık sık direkt tren ve otobüs seferleri var. Arabanızla, tren ya da otobüsle her ne ile gidecekseniz manzaralara hayran kalacaksınız. Zaman nasıl akacak anlamayacaksınız ama Bükreş – Sinaia arası aşağı yukarı 1.5 saat sürecektir. Otobüs 2 saat kadar tutabilir. Biz trenle Bükreş Sinaia arasını 1.5 saatte, Sinaia Braşov kısmını ise 2 saatte gittik.
Söylemeden edemeyeceğim tren muhteşem bir araç dostlar. Ormanların içinden geçiyor, adını hiç duymadığınız istasyonlarda birileri iniyor birileri biniyor. Sıcacık bir ortam, rahat koltuklar ve termosunuzda içeceğiniz ne bileyim yanınızda çikolatanız, bisküviniz varsa değmeyin keyfine. İşte tam da böyle bir yolculuk yapıp kasabaya ulaştık.
Sırtçantalarımızı emanet dolabına bıraktık ( 15 lei) ve olağanüstü renklere bürünmüş orman yolundan kaleye doğru çıktık. Yol 7 km ama gözünüz korkmasın çok rahat yürünüyor. Eğimi çok güzel, merdivenle sizin hissetmemeniz için ayarlamışlar.
Arabayla gittiyseniz kaleye çok yakın kısma kadar gidebilme şansınız var. Sonra yine yürüyeceksiniz. Otopark ücreti 30 lei yazıyordu. Kaleye otobüsle veya taksiyle de ulaşabilirsiniz. Yerel otobüsler tren garının yakınından kalkıyor ve Piateta Foisor otobüs durağına kadar götürüyormuş. Ordan da Peleş kalesine 10 dakika yürüyüş varmış.
Pazartesi ve Salı kapalıdır.
Çarşamba 10.00 – 17.00 arasında diğer günler 09.15 – 17.00 arasında gezebilirsiniz. BirinciKat ( Türk odası bu katta ) 50 lei, ikinci katı da ziyaret etmek isterseniz 100 lei. İkinci katta kralın odaları var aslında çıkmasak da olurmuş. Bu detayı özellikle eklemek istedim bana güvenin.
Daha detaylı bilgi için sarayın kendi web sitesini şuraya bırakıyorum.
Peleş Kalesi’nin güzelliğini görebileceğiniz Amerikan filmlerinde de görebilirsiniz. Kalenin film seti gibi kullanıldığı filmlerden bazıları: The Brothers Bloom (2008), Carol I (2009), A Princess for Christmas (2011), Roxanne (2013), A Christmas Prince (2017), Royal Matchmaker (2018 ) Kalesi
Nihayet dünyanın yeraltındaki en güzel, tüm dünya genelinde de en güzel 22. yeri seçilen bir yeri anlatacağım. Kendi web sitelerinde insanların şekillendirdiği dünyanın en muhteşem madeni deniyor.
Salina Turda, orta çağ’dan günümüze; ta ki 1932 yılına kadar aktif; yerin yaklaşık 150-200 metre altına kadar inen sıra dışı bir tuz madeni. İçeri adım atmanızla birlikte sizi heyecanlandıran ve fazlasıyla şaşkına çeviren bir yer. Unesco tarafından koruma altına alınmış olması boşuna değil. Gördüğüm yerleri hep kafamda sıralandırırım. Ağzımı açık bırakanlar listesinde ilk 5′ te Romanya’da bir tuz madeni olacağı hiç aklıma gelmezdi doğrusu.
O kadar değer verilen bir element olan tuz işte 1200′ lü yıllarda Salina Turda’da şövalyelere dağıtılırmış. Ayrıca Avusturya-Macaristan krallığı tuz ihtiyacının tamamını buradan karşılamış. 1932 yılına gelindiğinde maden kapatılıp, peynir deposu olarak kullanılıp, II. Dünya Savaşı’nda ise sığınak olarak değerlendirilmiş.
Orta çağ şövalyeler derken 1990’lı yılların başında da tamamen turistik bir yere dönüştürülmüş. Eğlence parkına çevirmek kimin fikriyse o arkadaşı ayakta alkışlıyorum doğrusu. Elbette ona inanıp projeyi gerçekleştirenleri de.
İçerde bizi ne beklediğine az çok hazırdık ama görünce inanın ağzım açık kaldı. Hasbelkader birkaç derin mağaraya girdim. Ki biri içinde trenle gezilen Slovenya’daki Postajna Jama mağarasıydı. Orda bile bu kadar şaşırmamıştım. Onunla ilgili yazımı okumak isterseniz şuraya linkini bırakıyorum.
İçeri girişimiz ise enteresan oldu. Şöyle en başından anlatayım en iyisi.
Turda’da kaldığımız eve gidince vakit kaybetmeden madene gitmek istiyoruz dedik. Ev sahibi de; benim oğlan sizi arabayla atsın, dedi. Ardından çocuk bizi madenin kapısına götürdü ama ben çocukken gelmiştim galiba kapı burası dedi. Biz de baktık giriş yazıyor, tamam sağ ol dedik ve ayrıldık. Biletimizi aldık ve upuzun koridordan yürümeye başladık. Meğer madenin turistler için olan kapısı başkaymış. Biz en eski girişi yani tuz madencilerinin giriş çıkış yaptıkları eski kapıdan girmişiz. Gerçi burdan da giriliyormuş ama yolu uzatıyormuşuz. Olsun çok daha iyi oldu böylece kilometrelerce dar koridorda yürüdük. Sağımız solumuz, önümüz arkamız hatta bastığımız yerin bile tuz olduğunu söylememe gerek yok değil mi?
Uzun koridoru çaktırmadan duvarların tadına bakarak yürüdük. İlk önce geçmişte atlar ile döndürülüp çalışan tahta mekanizmayı gördük ve sonraki odacıklarda madenin tarihçesi hakkında bilgiler edindik.
Alt kata inen asansör kuyruğunu görünce başka bir giriş kapısı olduğunu anladık. Zİra bizim geldiğimiz uzun koridorda neredeyse bizden başkası yoktu. Oraya doğru gidince inemeyenlere öncelik vermemiz gerektiğini düşünerek merdivene yöneldik. Merdiven dediğimize bakmayın inmemiz gereken 13 katlı bir bina yüksekliğiydi.
Yavaş yavaş, kapatamadığımız ağzımızla indiğimizde kendimizi ışıl ışıl bir luneparkta bulduk. Yerin kaç kat altında bir dönme dolap, masa tenisi oynayanlar, mini golf sahası, mini amfi tiyatro alanı, dinlenme köşeleri vardı.
Bir alt galeri diyebileceğim devasa bir çukura yukarıdan baktık ve resmen baş döndürücüydü. Aşağıda bir gölet ve sandalla gezenleri izledik. Tabii ki hemen biz de indik. Oraya da tekrar asansör ya da merdiven inişi vardı. Hatta merdivenle inişin başına trafik lambası koymuşlardı. Bize yeşil yanınca aşağıya inişe geçtik. Yani o kadar kalabalıktı. Romanya’da insanlar kurallara özenle uyuyor yeri gelmişken yazatım istedim.
Göletin olduğu kısım meğer bir tarihte çökmek suretiyle oluşmuş. Şimdi sandalla gezmek gibi eğlenceli bir etkinlik alanı olsa da insan ürküyor doğrusu. Netice de yerin metrelerce altındasınız. Yeniden çökse eyvahlar olsun, kavurun helvaları dostlar…
Üzerimizde günlerin yorgunluğu ve üstüne onca merdiven inip çıkmamıza rağmen hiç yorgunluk hissetmedik diyebilirim. Bunun bizim antremanlı oluşumuzla ilgisi yok tamamen tuzun verdiği şifa ile ilgili bir durum. İnsanların buraya bronşit, astım, bademcik, kronik solunum, cilt ve daha birçok hastalık tedavisi için geldiğini öğrendik. Madenin turistik olarak gezilen bu bölümünde bile burnu her zaman tıkalı olan ben çok rahat nefes aldım. Zaten maden yakınında tedavi merkezleri de varmış.
Turda Salina tuz madeninde alerjenler ve bakteriler barınamıyormuş. Nem oranı %80’de, ısı da 11-12 derecede sabit olduğu için astım ve bahar nezlesi şikayeti çekenler buraya terapi için geliyorlar.
Bu gezdiğimiz komplekste şu an tuz çıkarılmıyor ama civar tuz açısından zengin bir jeolojik katmana sahip. Yani oldukça kıymetli bir yer.
İçerisi 365 gün 11 derece temkinli kıyafetle gidiniz. Biz ekim son haftası gittik, hiç üşümedik belirtmek isterim. Ama yazın giderseniz ince kıyafetiniz varsa ürpertir, unutmayınız!
Hafta içi daha tenha ve daha ucuz aklınızda olsun!
Yeni kapıdan girseniz de bence eski madenciler yolunu da yürüyerek deneyimlemeniz hoş olacaktır.
Vee sonuncusu; biz unuttuk siz unutmayın tuz satın alınız!
Giriş ücretleri ve saat:
Pazartesi-Pazar 09:00-17:00, son giriş 16:00
Hafta içi 50 lei – Haftasonu 60 lei
Salina Turda Tuz Madeni hakkında daha fazla bilgi edinmek isterseniz kendi web sitelerinin linkini şuraya bırakıyorum.
En çok sorulan soru nedense Romanya’ daki çingeneler oldu. İsim vermeyeceğim ama biri de “aman ne işin var çingenelerin ülkesinde” dedi, ben şok !
Rumenler aslında Roman mı sorusu kafaları karışıyor kabul ediyorum. Fakat hayır, Rumenler ve Romanlar etnik olarak birbirleriyle ilişkili değiller.
Rumenler, İtalyanlar, İspanyollar ve Fransızlarla akraba olan Latin bir halktır.
Roman Çingenelerinin Hindistan’ın Pencap bölgesinden geldiğine inanılıyor ve Rom isminin, Hint toplumundaki Dom (“köle”) kastından geldiğine inanılıyor.
Avrupa’ya ve Romanya’ya ancak on dördüncü yüzyılın sonlarında gelmişlerdir. Romanya’nın içinde ve Avrupa’nın büyük bir kısmında, Yunanca “dokunulmaz” anlamına gelen atinganoi’den türetilen (aşağılayıcı) ţigani, cigany veya zingaro adıyla bilinirler.
İtiraf zamanı; ben de Romanya’da daha çok çingene göreceğimi sanıyordum ama öyle olmadı. Macaristan’da, Makedonya’da, Sırbistan’da ve bizim ülkemizde sanki daha çok var gibi.
Romanya çingeneleri
Bizim ülkemizdeki çingenelerle benzer yanları var. Zaten kökenler hep aynı “Hindistan” dolayısıyla esmer oluşları, çok çocuklarının olması, süslü püslü rengarenk giyinemeleri benzer yanları. Farkları ise sanki daha uzun ve semirmiş gibi geldiler bana. Bir de kadınlar bizde şalvar giyer orda etek, adamlar ise fötr şapka takıyorlardı. Başka benzer yanları da elbette müzik yapmaları var. Eğlenceli yanlarının dışında maalesef eğitime uzak duruşları onları irregal işler yapar hale getiriyor. Kısmen bu da Türkiye’deki çingene, roman, şoparlarla (ne diyeceğimi bilemedim)benzer yanları.
Romanya’da aşırı uç hayatlar yaşayan çingeneler de var dilenenler de.
Turda şehrinde gezerken konuşmalarımızı duyup Türk olduğumuzu anlayan bir grup çingene kadınla muhabbet ettik. Rengarenk, kadife uzun etekleriyle salına salına yürüyen kadınlar izledikleri dizileri saymaya başladılar. Demek Romanya’da da diziler revaçta.
Biz ise bir yandan onları incelemekle meşguldük. Kulaklarından sarkan uzun altın küpeler, başlarında çiçekli örtülerle aynı bizim şoparlara benziyorlardı. Koca memeler, eteği göbekten kıvırıp içine cep telefonu sokuşturmaları bile aynı. Dillerini anlamasakta yayvan yayvan konuştuklarına yemin edebilirim ama ispatlayamam. Kadınlar fotoğraf çektirmeye asla yanaşmadılar ama bir müddet beraber yürüdük evlerinin önüne gelince, biz evimize geldik dediler. Ev değil resmen devasa villaydı. Bahçesinde son model 3 araba ile zenginliklerini cümle aleme gösteriyorlardı. Biraz ilerleyince o mahallede bir sürü böyle ev gördük. Onlardan farklı göründükleri için Rumen bir aileye bu nasıl ev yoksa müze mi deyince küçümseyerek; gipsi evi işte ne yaparsın onlar böyle demesi can sıkıcıydı. Demek Rumenler Romanları pek de içlerine sindiremiyorlar izlenimini çıkardım.
Devlete vergi ödemeyi reddeden çingeneler milyon dolarlık bu evlerinin vergisini ödememek için ise inşaatı tam olarak bitirmiyormuş.
Transilvanya bölgesi gezimiz bitip Bükreş’e dönerken Sighişoara’dan bindiğimiz minibüs komple çingene kadınlarla doluydu. Tek turist bizdik ve onlar bizi biz onları inceliyorduk. Hepsi gayet tatlıydılar, mola yerinde gülümsüyorlardı. İstanbul’ dan geldiğimizi duyunca Kapaliçarşi, Mahmutpaşa, Aksaray saymaya başladılar. Bükreş’ e gelince de bize metroyu tarif etme çabaları, arkamızdan el sallamalarını hiç unutmayacağım.
Gördüğüm kadarıyla Romanya’ da daha entegre olmuş bir yapıları var. Bizim ülkemizde çingeneler bence daha zor durumdalar.
Geldik gidemediğimiz için içime dert olan o meşhur yola, Transfagaraşan yoluna. Çok zor söylenen ismi olan bu yolu geçmek daha da zor. Gerçi şimdi işi çözdüm önce yavaş yavaş Fagaraşan diyorum sonra transı yapıştırıyorum, çıkıveriyor böylece. Fagaraşan diye bir kasaba var oraya giden transit yol anlamında “Transfagaraşan”
İngiltere’de yayınlanan dünyaca meşhur TOP GEAR programında “dünyanın en iyi yolu” diye lanse edilince olanlar olmuş. Burası turistlerin gözdesi haline gelmiş. Bence yapabilen motosikletle geçiversin de tadını çıkarsın. Romanya’da motosiklet dostu konaklama seçenekleri de var merak buyurmayınız.
Romanya’nın Karpat Dağları’nın kalbinde aslında oldukça stratejik bir amaçla inşa edilmiş. Soğuk savaş döneminin mirası da denilebilir. 1970’lerde, Romanya, ülkesini olası bir saldırıya karşı savunmak için dağlık bölgelerde stratejik yollar inşa etmeye karar vermiş. Transfagaraşan Yolu da bu amaçla inşa edilen yollardan biri. Bu yol, ülkenin güney ve kuzey bölgeleri arasında hızlı bir şekilde askeri birlik ve malzeme taşımayı mümkün kılmayı amaçlamış.
Karpat Dağları’nın sarp ve engebeli arazisi, yol inşaatını oldukça zorlu hale getirmiş olmalı. Komünist dönemde yaşanan ekonomik zorluklardan bahsetmiyorum bile.
Transfagaraşan yolunu aştıktan sonra ziyaretçileri muhteşem manzarasıyla Balea Gölü bekliyor. Balea Gölü, buzul kökenli bir göldür ve yaz aylarında yüzme ve diğer su sporları için idealdir.
Transfagaraşan Yolu yakınlarındaki Poenari Kalesi ise, Vlad Drakula efsanesiyle özdeşleşmiş tarihi bir yapıdır. Romanya’da Dracula ile anılan çok yer var gerçi.
Haziran-Eylül ayları arasında yol genellikle açıktır. Ancak hava koşullarına bağlı olarak kapanışlar yaşanabilir. Kışın güvenlik nedeniyle kapatılıyormuş biz o döneme denk geldik maalsef. Tek tesellimiz adı duyulmamış, pek de duyulmasın istediğim Arnavutluktaki benzer bir yolu deneyimlemiş olmamızdı. Hiç sormayın söylemem…
Bu başlığı yazdım ama sorun bi neden yazdım? Aslında Romanya’da dağlarda araç sürerken bir anda karşınıza ayı çıkabilir. Hatta bir paylaşımda görmüştüm de Braşov’da aniden telefonlara bir siren sesiyle mesaj gelmiş. Bir bakmışlar ki mesajda “şehre ayılar indi, dikkatli olunuz” yazıyormuş.
Ha illa da ayı gözlem merkezine gitmek isterseniz de siz bilirsiniz. Detaylı bilgiler Şurada
Romanya’da bu kadar çok ayı olmasının ise bir sebebi var ve inanmayacaksınız ama onun hikayesi de Çavuşesku’ ya dayanıyor. Adam bir dönem ayı avlamak sadece bana mahsus diye yasa çıkarıyor. Haa ava çıkıyor mu derseniz, hayır ama yasa çıkarma yetkisi onda, naber. Öyle böyle derken ayılar çoğalıyorlar. Şimdi de ülke için bir sorun haline gelmiş.
Romanya seyahatimi planlarken en başından beri görmek istediğim bir yerdi. Ne yazık ki nasip olmadı, gidemedim.
Şimdi de başlıkta ‘Neşeli Mezarlık’ yazdığımı görünce siz de benim kadar şaşırmışsınızdır. Aslında, bu mezarlığın adı ve konseptini ilk duyduğumda ben de çok şaşırmıştım. Ancak, burası o kadar farklı ve ilgi çekici ki, size anlatmadan edemedim.
Belki de bu yazıyı okuduktan sonra siz de benim gibi burayı merak edersiniz. O zaman ne yapıyoruz arama motoruna yazıyoruz ve öğreniyoruz.
Bu bölge Romanya’ nın Moldova tarafına yakın olan kısımdır. Alameti farikası ise boyalı manastırlar.
Bu bölgede bulunan Ceahlau, Rumen halkının ataları olan Daçyalıların kutsal dağı. Buradaki milli park da görülmeye değer deniyor.
Gitmişken tarih derslerinden bildiğimiz Yaş şehrini de görebilirisiniz.
Ordan ister Moldova’ ya geçersiniz isterseniz aşağılara inip Köstence’ ye de varabilirsiniz.
Romanya’da gezilecek birçok yer daha var ama hepsini yazmaya kalmak hem uzun hem de ben hepsini görmedim. Öyle kopyala yapıştır bloglardan da değilim. O yüzden en iyisi gittiğim ve detaylıca anlattığım diğer yazılarımı okuyunuz. Aşağıda linkleri bulacaksınız. Bu arada unutmazsanız siteme abone olursanız yeni yazı yazdığımda size bir e-mail gelir. Haa derseniz diğer sosyal medyalardan da takip etmek istiyorum o zaman şurada instagram ve youtube hesaplarımı bıraktım gitti.
Herkese sevgiler…
Romanya’ ya gitmeden önce bilmeniz gerekenler şurada
Bükreş gezi rehberi şurada
Braşov gezi rehberi şurada
Sibiu gezi rehberi şurada
Sighişoara gezi rehberi şurada
Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.
1 Comment
Gezdigim yerleri sizin kaleminizden okumak ayrı bir keyif. “Diktatörler Saray sever” cümlesini okuduktan sonra aklıma gelen kötü eşleşmeleri zihnimden kovalamakla meşgulüm şimdi. Teşekkürler.