Arnavutlar hakkında size kültürel bilgiler ve ülkenin tarihi hakkında detaylar aktaracağım. Son zamanlarda tüm Avrupa’nın hatta dünyanın her yerinden insanların gözdesi haline gelen bu küçük ülkeyi, insanlarını ne kadar tanıyorsunuz bir bakacağız.
Öncelikle bu yazıyı okuyan sizlerin mutlaka bir Arnavut arkadaşı olmuştur değil mi? Neticede Türkiye Arnavutların yoğun olarak göç ettiği ülkelerin başında geliyor. Hemen şunu söyleyerek başlayayım; burada karşılaştığınız Arnavutlar eski Yugoslavya bölgesinden gelenlerdir. İlk göçler Balkan savaşları döneminde başlamış, en son da benim ailem gibi 1960-65 yılları arasında da gelenlerle olmuştur. Arnavutluk’taki Arnavutlar ise ülkedeki rejim değişikliğinden sonra dünyanın dört bir yanına dağıldılar. Özellikle İtalya’ya…
Dolayısıyla dünyayı gezerken nasıl ki mutlaka bir Türk’e rastlarsınız işte aynı durum bizim için de geçerli. Biz de nereye gidersek illa ki bir Arnavut ile karşılaşıyoruz. Üstelik bir de son yıllarda dünyaca ünlü Arnavutlar sayesinde Arnavutluk ülkesinin varlığı da bilinir oldu. Örnek mi istediniz buyurun; Dua Lipa, Rita Ora, Bebe Rexha, Era Istrefi gibi şarkıcıları sayabilirim. İtalya’da çok sevilen şarkıcılardan Ermal Meta‘yı çok severim. Hollywood yıldızlarından Jim Belushi, fotoğraf dünyasının en tanınmış simalarından Fadıl Berişa da oldukça önemli bir sima. Viagranın mucidi Nobel ödüllü doktor Ferid Murad var.
Maalesef son zamanlarda dünya Arnavutları mafya oluşumları nedeniyle tanımaya başladı. Yine de en meşhur Arnavut kim diye sorarsanız sanırım cevabım Rahibe Teresa olacaktır. Evet doğru okudunuz o bir Arnavuttur !
Türkiye’de birçok Arnavut kökenli ünlü sima var. Yazmadan geçemeyeceğim isimlerden bazılarındab bahsetmeliyim. Şemsettin Sami, Ali Sami Yen, Mehmet Akif Ersoy, Kavalalı Mehmet Ali Paşa gibi. Futbolda, Cevat Prekazi, Metin Oktay ve size ilginç gelecektir ama Lefter de Rum olarak bilinse de bir tarafı Arnavuttur. Kot pantolona adını veren Muhteşem Kot ‘ un ismini anmadan geçmek olmaz. Şarkıcılar, politikacılar, sinema- tiyatro sanatçıları gibi birçok alanda kendilerinin Arnavut olduklarını gururla belirten isimler vardır. Filiz Akın, Candan Erçetin, Şebnem Dönmez, Neriman Köksal, Demet Evgar gibi. Bunlar benim aklıma ilk gelenler sadece.
“Jam krenar që jam Shqiptar”
Bu başlık altında anlatılacak o kadar uzun bir tarihi geçmiş var ki o yzğden ayrı bir başlık altında başka bir yazıda yerini aldı. Okumak isterseniz işte linki burada.
İnanın coğrafya kaderdir sözü kadar doğru bir cümle az vardır. Önce İliryalılar, Bizans, İskender bey, Osmanlı, İtalyan ve Alman işgalleri. Şu an sizin burun kıvırarak gezdiğiniz Arnavutluk’ u anlamak için yakın tarihe bakmalısınız. Derin bir yara gizli orada Enver Hoca!
İçlerinde birçok ülkeye gitmiş, kendisini gezgin, hümanist filan diye nitelendiren birçok kişiden duyduğum bir cümle var: “aman canım Arnavutluk’ a gitmeye değmez, hiçbir şey yok. Sadece Karadağ’a geçmek için kullandık.” Turist olarak gezen tur otobüsü nerde durursa inen kişilere lafım yok ama insanın gideceği ülkeyi biraz araştırmasını öneririm. Zira kitap yüklü merkepten ne farkınız kalır? Sizler öyle olmayın diye Arnavutluk ve Arnavutları anlatmaya devam ediyorum efenimmm…
Ülkeyi ziyarete gidenleri en çok şaşırtan ismi oluyor.
Original adı kartal (Shqiponja) türeyen yani “kartallar ülkesi” anlamında Shqipëria (okunuşu Şkipria) şeklindedir. Biz Arnavutlar ise kendimize Shqiptar (okunuşu Şkiptar) diyoruz. Dünyanın tamamı ise “Albania” diyor, Türkiye’de ise Arnavutluk ? Neden mi öyle onu da şuradaki yazımdan okuyabilirisiniz.
Bir arkadaş demişti ki; dünyanın en havalı bayrağı, sanırsın Game of Thrones’taki bir sülaleye ait. Buna çok gülmüştüm ve hakikaten öyle bayağı havalı. Aslında çiftbaşlı kartala diğer ülke bayraklarında da rastlanır. Ancak bunu diğerlerinden ayrı tutan kartalı tek başına ortasına alan tek devlettir.
Bayrağın hikayesinin geniş versiyonunu şuradaki yazımda anlattım.
Orta Çağ’dan bu zamana kadar çok az değişerek gelen bir dildir. Hint-Avrupa koluna eklenmiş olsa da hiçbir dil ailesine mensup değildir. Örneğin İlliryalılar zamanında kale şehir dönemi yaşanırken kale efendilerine “zot” diye hitap ederlermiş. Bizler bugün bile “evin efendisi” anlamında “zoti shtëpisë” deriz. “Şöyle bir düşündüm de biz Arnavutlar halen bunu aynı şekilde kullanıyoruz, binlerce yıldır… Bu muhteşem bir şey bence. ( Zot aynı zamanda Arnavutça’da “Tanrı” demektir )
Osmanlı tebaasına girme dönemi dahil hep kendi dillerini konuştular. Örneğin arşivlerde 1462 yılındaki en eski Arnavutça yazılı dokümanlar vardır. Fakat yıllar içinde Türkçe’den, Arapça’dan birçok kelime geçtiğini de biliyoruz. Halen Türkçe kelimeleri kullansalar da Arnavutlar bunların Türkçe olduğunu bile bilmez, o kadar dile yerleşmiştir. Tıpkı Türkiye’de Farsça, Arapça, Fransızca’dan geçen kelimeler kullanmamız ve bunların Türkçe olduğunu sanmamız gibi.
1908 Manastır Ulusal Kongresi’nde ise Arnavut alfabesinin 36 harften oluşması ve Latin alfabesinin kullanılması kararlaştırıldı. Türkiye’nin Latin harflerine geçmesinden 20 yıl önce yani.
“Arnavutça, öğrenilmesi en zor dil olarak her zaman listelerde yerini almaktadır.“Yine de öğrenmeye cesaretiniz varsa şu siteye bir gözatınız derim. Seyahatinizde size lazım olacak birkaç kelime eklemek hoş olabilir.
Merhaba: “Përshëndetje” Teşekkür ederim: “Faleminderit” Affedersiniz: “Më falni”
Arnavutçadan bahsetmişken Arnavut isimlere de değinsem fena olmayacak sanırım. Arnavutlukta yaşayanların dini inanış açısından kozmopolit bir yapısı var. Ama bu isim mevzusu inanışın da ötesinde bir olay. Muhtemelen sizin tanıdığınız tüm Arnavutlar Türkiye’ de yaşadığından müslüman isimleri almışlardır. Hatta belki de benim ismim Şükran gibi Arapçadan gelen isimler. Orda da müslüman isimleri elbette var. Oysa Makedonya’da yaşayan akrabalarımın isimlerini duysanız bunlar Hıristiyan ismi dersiniz, ama değiller. Arnavutluğun kendine has 2 bin – 3 bin yıldan bu yana gelen bir isim havuzu var. Örneklerle anlatayım en iyisi.
Aşağıda sıraladıklarımın çoğu akrabalarımın isimleridir. Erkek isimleri sessiz, kadın isimleri ise sesli harfle biter.
Henüz asfaltın icat edilmediği günlerde sokaklar Arnavut kaldırımı taşlarla döşeliydi. Ucundan ben de o güzel günlerin sonuna denk geldim. O yüzden ne güzel günlerdi demekten kendimi alamıyorum. Çünkü yağan yağmur suyunu aşağıya toprağa aktarabilen bu sisteme şu susuz günlerde nasıl da ihtiyacımız var değil mi? Peki bu dikdörtgen taşlara neden Arnavut kaldırımı dendiğini merak ediyor musunuz?
Bilinen en önemli ve en uzunu iki başkent arasındadır. Roma ve İstanbul’u birbirine bağlayan bu yola Via Egnetia denir. Yol, Roma tarihinde birçok kilit anlarda önemli bir rol oynamıştır. Büyük Roma iç savaşında Jül Sezar’ın askerleri Egnatya Yolu boyunca ilerlemiştir. Marcus Antonius ve Octavian ile Brutüs vahim karşılaşmalarına dek Egnatya Yolu boyunca takip etmiştir. Sonra Haçlılar bu yolu kullandı ve en son da Osmanlılar Balkanlar seferlerine bu yolu kullanarak çıkmışlardı. Dolayısıyla Vİa Egnetia her daim önemli bir olmuştur. Arnavutluk Durres’ten başlatan bu yolun geçtiği şehirleri de yazarak meraklısına bir hizmette bulunayım.
Bu antik yol tam da Sultanahmet meydanında bulunan minyon taşında son buluyordu ya da Bizanslıların deyimiyle burdan başlıyordu. Sonra yüzyıllar akıp geçti ve 19. yüzyılın başlarında dünya da değişmeye başladı. Toprak yollar şehirler için zorluydu ve Osmanlı başkentinde özellikle de Arnavut ustaların elliyle şekillendirdiği bazalt ve granit taşlar kullanılmaya başlandı.
Geldikleri şehirlerde Gjirokastra, Berat gibi taş işçiliğiyle meşhur Arnavut kentlerinden öğrendiklerini uygulamaya başladılar. Taşları kumlu alt zemine dizdiklerinde ortaya hem pratik hem de estetik bir zemin çıkıyordu. Zamanla halk, bu ustaların elinden çıkan döşemeyi “Arnavut usta işi” olarak anmaya başladı; “Arnavut usta işi” ise dilimizde kısalarak “Arnavut kaldırımı”na dönüştü.
Bu sistem sayesinde yağmur yağdığında kum ve taş arasındaki boşluklardan toprağa süzülüyordu. Üstelik kalın bazalt taşlar yüzyılların aşınmasına direnç gösterir. Şimdiki gibi alt yapıda bir arıza giderilecek diye asfalt kırılıp saçma bir yamaya gerek duymazdınız. Taşları söküp alt katmana müdahale edildikten sonra tek tek eski yerine döşenebilirdi. Aslında oldukça tasarruflu, görünüm açısından sevimliydi. Üstelik arabalar giderken çıkan ses bence şahaneydi.
Balkan’dan İstanbul’a uzanan bu taş döşemesinin öyküsü binlerce zanaatkarın sessiz hatırası. Artık o yollar kalmadı ama o isim kaldı ” Arnavut Kaldırımı ” bir de aynı isimde bir şarkı ile de taçlandı.
Şimdi düşünüyorum da rahmetli dedeciğimin Makedonya’daki köy evinin çatısı taş, zaten evin tamamı taş evdi. Taş ev deyince öyle Ayvalık evleri gelmesin aklınıza basit köy evi ama kendi elleriyle yapmış. İçinde yıllarca yaşanmış, bir o kadar da göçten sonra boş kalmış olmasına rağmen sapasağlamdı. Türkiye’ye göç ettiklerinde de ilk çalışmaya başladığı yer İstanbul Tophane binası ve sonra Gülhane Parkındaki Alay köşkü tamiratı imiş. Sonra babam da yanına amele olarak Alay köşkü tamiratına girmiş. Daha geçenlerde babamla gezmeye gitiğimizde taşlara dokunup, hey gibi günler hey dedi, gözleri doldu.
Sonra ne mi oldu? Babam ve dedem o tamiratı üstlenen mimarlık firmasında 40 yıla yakın çalıştılar. İstanbul’ un en önemli binalarından birinde Arkeoloji Müzesi merkezindeki ofisteydi babam. Şehrin çok önemli birçok eserine ikisinin de elleri bir şekilde değdi anlayacağınız. Sultanahmet’ten Ayasofya’ya, şehrin Osmanlı çeşmelerine kadar. Mimarlık ofisinde taş işçiliği yapmadılar belki ama o güveni belki de o ilk taşa dokunuşlarında ispat ettiler. Yani özetle Arnavut Kaldırımı denmesinin arkasında isimsiz zanaatkarlara olan güven yer alıyor.
Dünyadaki UNESCO listelerindeki şehirlere, sokaklara bir bakın, restorasyon ustaları tarafından özgün teknik ve taşlarla yeniden örülüyorlar. Umarım çevreci şehirler planlanırken bu geleneksel yönteme yeniden başvurulur.
Şimdi eğer topuğunuz bir Arnavut kaldırımı döşenmiş bir sokakta takılı kalırsa bir daha düşünün. Bu binlerce Arnavut işçinin tüm bir ulusa isimleriyle bıraktığı bir mirasın parçasına takılmıştır. Onların öykülerini hiç birimiz bilmiyoruz ama o taş yollar ve o isim hep var olacaktır.
Evlere asılmış oyuncaklar, bunker denilen sığınaklar, Mercedesler, amcaların taktığı beyaz şapkalara rastlayacaksınız. Size garip gelen konuları anlatmaya başlıyorum. Haydi alın çayınızı kahvenizi…
Bunkerler, ülkede nereye giderseniz gidin karşınıza çıkacaktır. Şehirler, dağlar, yollar veya plajlar… Sığınaklar her zaman oradadır.
Kimileri 750 bin civarı olduğu söylense de aslında 170.000 civarında bunker vardır. Yapıldığı yıllarda bütçenin yüzde 80’ini, yaklaşık 10 yıllık millî gelirini bunlara harcadıkları söyleniyor. Eskimo iglolarını andıran bu sığınaklar birbirine benzeseler de üç farklı boyutta yapılmışlar.
Hoca’nın rejimi, anaokulunda, üç yaşındaki çocuklara tetikte olmaları ve şüphelileri ihbar etmeleri konusunda uyarmalarını emrediyordu. On iki yaşından itibaren çocukları sığınaklar konusunda eğittiler. Her aile sığınakları temiz ve hazır tutmak zorunda bırakıldı. Ayda en az iki kez, her biri üç güne kadar süren savaş tatbikatları yaptılar.
Gün gelip de Hoca ölünce rejim de yıkıldı, bu kez halk bu bunkerleri ne yapacağını düşünmeye başladı. Bazıları geçmişin bir hatırlatıcısı olarak saklamak istiyor, diğerleri ise “aman lanet olsun yıkalım gitsin” diyor. Tıpkı aşk-nefret ilişkisi gibi.
Şimdilerde farklı amaçlar için kullanılıyorlar. Oldukça meşhur olan bir dövmeci var. Bir çiftçi mevsimine göre ahır veya depo olarak kullanırken, bir rahip muhteşem manzaralı bir bunkeri kilise şeklinde değerlendirmiş. Birdenbire tarlanın ortasında görüyorsunuz, bir sokak arasında ya da apartmanlar arasında bir bahçede…
Ancak sığınakların çoğu boş ve bakımsız durumda. Konuştuğumuz Arnavutlar “Zaten yıkmak istesek de bir türlü yıkamıyoruz. Öyle sağlam yapılmış ki tümden yıkmak neredeyse imkansız,” diyor.
Diğer yandan sığınaklar turistlere yönelik geziler listesine girdi bile. Bir girişimci çıkar da butik otel yaparsa şaşırmam doğrusu.
Tiran yazımda daha detaylı olarak bu konuyu okuyacaksınız. Şimdi Arnavutluk’ta görüp şaşıracağınız detaylara bakalım.
Genelde kırsal kesimde karşınıza çıkacak bir adet sizi şaşırtacak. Birçok evin çitlerinde, balkonlarda veya giriş kapılarında bebek veya oyuncak ayı asılı olduğunu görebilirsiniz. Bunun, evden kötü ruhları veya nazarı uzaklaştırdığı düşünülüyor. Hatta daha inşaat halindeyken bile binalara kıskançlığı kovmak için oyuncaklar asılır. Uğur getirsin diye de asılıyor. Bunun ne zaman başladığına da bilen yok.
Arnavutluk yollarında Mercedes marka araçların şaşırtıcı derecede fazla olduğunu fark edersiniz. Lüks kabul edilen araçları kullanmak tıpkı ülkemizdeki gibi biraz statü sembolü. Fakat burada durum daha farklı.
Komünist rejim sırasında, lüks malların ve ithalatın ülkeye girmesine izin yoktu. Ancak bazı hükûmet yetkililerinin lüks otomobil sahibi olmalarına izin veriliyordu. Evet, doğru tahmin ettiniz; onların da markası Mercedes’ti. Böylece o araba güç ve prestijin sembolü olmuştu.
İlk başlarda güç gösterisi, sonra yeni gelişim sürecinde bozuk yollara dayanması ile tercih edilmiştir. Şimdilerde de sıfır araba vergilerinin yüksek oluşu etken.
Hediyelik eşya dükkanlarında satılan objelerde bu kıyafet dikkatinizi çekecektir. Fustanella denilen, özellikle Güney Arnavutluk’ta (Toska Arnavutları arasında) erkeklerin giydiği, kat kat pileli, beyaz bir etektir. Bugün sadece folklorik gösterilerde giyerler. Durrës şehrindeki pişmiş toprak heykelciklerden anlıyoruz ki İliryalılar MÖ 5. yüzyılda bu eteklerden giyorlarmış.
Not: Dünyaca meşhur ressam Gerome fustanella giyenleri sıkça resmetmiştir. Ki bu da elbisenin Yunanlara değil Arnavutlara ait bir giysi olduğunu ispatlar niteliktedir. Şuradaki yazımda büyük ressamın diğer resimlerin görebilirsiniz.
Erkeklerin giydiği bu beyaz keçe şapkanın her yerde satıldığını göreceksiniz. Arnavutluk’un en tanınmış ulusal sembollerinden biridir. Elde yapılan bu başlıkların özü doğal yündür. Adının Qeleshe olmasının sebebi de budur: “Lesh” Arnavutçada “yün” demektir.
“Plis” de denir, onun kökeni de ta Latinceye dayanıyor. Çoğunlukla yaşlılar tercih etse de özel günlerde gençler de kullanırlar. Düğün, bayram, festival zamanında ya da spor müsabakalarında seyircilerin takıp geldiği görülür.
Tirq – İşlemeli Pantolonlar:
Çoğunlukla Kuzey Arnavutluk, Kosova ve Makedonya Arnavutları (Gegler) tarafından giyilen, genellikle beyaz veya kemik renginde, paçaları ve yanları siyah işlemelerle süslü yün pantolonlardır. İşlemelerin yoğunluğu kişinin sosyal statüsünü gösterir. Bu pantolon ve etekleri xhamadan (camadan) denen yelekler, opinga denilen deri ayakkabılar ile tamamlarlar.
Kadın kıyafetlerinde ise şehirden şehire değişen zenginlik görürüz. Biz halen düğünlerde geleneksel şalvar, yelek, başlık, altın kemer, ipek gömlekten oluşan kıyafetlerimizi mutlaka giyeriz. Şayet merak ediyorsanız bir Arnavut düğününe gitmenizi tavsiye ederim.
Bir kere bence en güzel pizzayı bu ülkede yersiniz, net! İtalyanlarla yarışırlar o derece. Arnavutluk’a gidince pizza mı yiyeceğiz, dediğizi duyar gibiyim. Deniz ürünlerinin yanı sıra elbette hamur işlerinin de en lezzetlilerini yiyeceksiniz. Börek, sütlü tatlılar, dondurmalar ve elbette kahve… Tüm şehirler kafe dolu ve her zaman lezzetli, taze kahve bulabilirsiniz.
Yemek konusunda bir sıralama yapmam gerekirse bir numaraya elbette börek oturur. Yeri gelmişken genelde Arnavutlar çok pırasa yer gibi bir söylenti dolaşıyor. Dıtttt yanlış, her gün pırasa yemiyoruz ama pırasalı böreği bizden güzel yapan yoktur. Hiç yemediyseniz çok şey kaçırmışsınızdır der noktayı koyarım. Patlıcanlı, kuru fasulyeli, işkembeli, tatlı ve tuzlu kabaktan yapılan böreklerimiz çoğu kişiye ilginç gelebilir. Benim favorim ise soğanlı börek, of yemede yanında yat deriz ya işte bu benim için öyle bi börek.
Bir diğer yanlış bilinen Arnavut ciğeri konusu var. Artık bıkkınlık verse de yine de söyleyeyim, Arnavutluk’a gittiğinizde boşuna aramayın, bulamazsınız. Çünkü bize özgü, sık yaptığımız bir şey değil. Hikayesi uzun anlatmayacağım zira yeni yeni bir de nurtopu gibi trileçemiz oldu. O da bizden gelmiş gibi anlatılıyor fakat doğru değil.
Böreklere dönelim biz en iyisi. Her malzemeden börek yaparız dedim ya işte onlardan biri de ısırgan. Tadı çocuklara belki garip geldiğinden belki de bambaşka bir nedenle bu böreğin bir ritüeli vardır. Alt yufka serilir ve üstüne dökülen ısırganlı iç harcın arasına rastgele bir yere bir adet demir para konur. Üst yufka konulunca para görünmez. Artık merakla herkes pişmesini bekler. Sofraya gelen börek tüm aile fertlerinin önünde tam tur çevrilir ve dilimler kesilip dağıtılınca para kime çıktıysa o kişi yılın şanslısı ilan edilir.
Filia denilen saç üzerinde pişirilen bir tür börek vardır ki karşınıza çıktığında denemenizi tavsiye ederim. Yapması çok zordur, özel bir pişirme tekniği vardır.
Valla Türkçede tam ne denir bilmiyorum. Zannederim yöresel ağızlara göre değişmekle birlikte genel adı “pişi ” olan hamura biz “Petula” diyoruz. Çok sık yapmayız ama severiz.
Biberin ise her türüyle bir aşk yaşadığımız doğrudur. Özellikle kırmızı biber kapya olanın adı geçtiğinde kendimizden de geçeriz. Türlü türlü tarifi vardır da sadesine bile ölürüz. Ayrıca Türkiye’de illa ki duymuşsunuzdur, çok acı küçük biberlere de Arnavut biberi denir. Çeşit çeşit biber turşusu yapılır hatta kaymaklısının tarifini verdiğim bir videom da var. Şuradan izleyebilirsiniz. Basitçe çektiğim bir videoydu ama fikir verir.
Balkan tatlısı diye satılan Tulumba tatlısı Arnavutlar ‘ ın hediyesidir. Ayrıca Arnavutlar şekerpare ve revani tatlıları yaparlar ama sadece isimleri Türkçeden geçmiştir. Tamamen farklı bir tariftir gerçi Arnavutlar arasında bile farklı tariflerle yapıldığı görülür. Benim favori tatlım şekerparedir. Sanırım üstüme iş alıp ikisinin de yapılışının bir videosunu eklemem gerekecek. Gerçi hazır çekilmişi anlatılmış olanı var. Akrabam instagram hesabında şekerpare, Arnavut böreği ve başka tarifleri de paylaşmış, şuradan izleyebilirsiniz.
Baklava her bayramda yufkaları tek tek açılıp yapılan bir tatlıdır. Düğün, doğum, askerlik gibi özel durumlarda da ziyaretçiler kutlama için giderken şekerpare, revani, baklava götürür. Üstlerini çiçeklerle süsler, özel ambalajlamayla taşırız.
Sadece özel günlerden biri olan Dİte e Veres de yapılan bir kurabiye olan “ballokume” tarifini de yüklemiştim şuradan izleyebilirsiniz. O özel günün detayını da anlattığım yazımın linkini en alta koydum.
İçeceklere gelirsek; Arnavutlar çay içmez, daha doğrusu içmezdi ta ki Türkiye’ye gelene kadar. Ancak Arnavutluk’a gittiniz diyelim siyah çay işletmelerde bulursunuz da evlerde zor bulursunuz. Onun yerine Caj Mali ikram edildiğini göreceksiniz. Dağlardan toplanan bitkilerle yapılır ve enfestir. Kahvenin her çeşidi mükemmel yapılır. Arnavutlar ‘da kahvaltı kültürü yoktur, sadece sert bir kahve içip güne başlarlar. Onun dışında orman meyveleriyle yapılan meyve suları ve elbette kendilerinin yaptıkları rakıyı ikram ederler. Arnavutlar rakıyı aynen rakiya diye telafuz ederler. Bira ise alkolden sayılmaz, belli bölgelerde şarap da revaçtadır. Ama genelde rakıcıdırlar.
Uzun uzun anlattım, buraya kadar okuduysanız teşekkür ederim. Az çok Arnavutlar ve Arnavutluk hakkında bilgi edinmiş olduğunuzu varsayıyorum. Ola ki bu yazıyı ülkeye yapacağınız bir ziyaret öncesi denk geldiyseniz takipte kalınız. Çünkü şehir şehir Arnavutluk’u anlatacağım…
Yeni yazılarımdan haberdar olmak ve daha fazla fotoğraf, video için sosyal medya hesaplarımı takip etmeyi unutmayın!
Kadim Topraklardan Modern Çağa: Arnavutluk Tarihi
Arnavutluk: Avrupa’nın yeni yıldızı
Arnavutluk’un Gizli Cenneti: Theth Gezi Rehberi
Tiran: Komünizmden Renkli Bir Şehre Dönüşen Başkent
Adriyatik’in gözcüsü Kruja’nın Hikayesi
Arnavutların Bayramı Dita e Veres
Kuzey Makedonya Vatandaşlık işlemleri
Sarajevo ‘nun en iyi yeme-içme rehberi
Rusya’ ya gitmeden önce bilmeniz gerekenler
Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.
5 Comments
Emeklerine sağlık kardeşim, çok güzel detaylı bilgiler vermişsin
Eline sağlık bir çırpıda okudum.
Ellerinize, emeğinize sağlık. Kosova ve Makedonya hakkında detaylı bilgiler içeren anlatımlarınızı merakla bekliyoruz. Sevgi ve sağlıcakla kalın.
Emeğine sağlık hemişehrim. Sayende yeni şeyler de öğrendim Arnavutluk hakkında. Devamını da bekliyorum. Selam ve sevgiler.
Biraz uzunca oldu ama ne yapalım koca bir tarih anlatmaya çalıştım.