

Malumunuz Tunus Akdeniz kıyısında bir ülke olduğu için önemli şehirleri elbette deniz kenarında yerleşiktir. Kıyılarında oldukça lüks turistik tatil otelleri olduğu gibi eski şehirler de bulunur. Yani her zevke göre ziyaretçiye hitap eder. Biz ülkeyi baştanbaşa gezmeye karar verdiğimizde önce güney kısımlarına gitmeye karar verdik. Netice biizm ülkemiz deniz tatili için tam anlamıyla cennet olduğu için tarih ve kültür gezisi düşünmüştük. Fakat buraya gelince Akdeniz kıyısındaki şehirlerin lüks tatil beldelerinden ziyade tarihle harmanlanmış kısımlarını da görmeliyiz dedik.
Üstelik onca yıl Tunus fatihi Barbaros hayrettin Paşa diye duyduğumu müthiş adamın hikayesinin geçtiği yerler buralar. Barbaros demişken isterseniz önce biraz onu tanıyalım. Ne var canım kim tanımaz demeyin ben okudukça neler neler öğrendim ama uzun uzun anlatmayacağım merak etmeyin. Kısa başlıklarla size tanıtacağım.
Her ne kadar onun için Tunus’u fethetti deseler de sanki daha çok Akdeniz limanlarının korkulu rüyası dense daha doğru olur gibime geliyor.
Akdeniz kıyısı resiflerden oluşan kıyı yapısıyla aslında pek de yaşam için uygun değil. Cezayir , Tunus, Lİbya kıyıları hoş gözükse de coğrafi olarak elverişli değildir. Kuzeyden gelen rüzgar yüzünden denizcilik yapmak zor olduğundan denizcilik açısından gelişmemişlerdir. Buna rağmen denize girilebiliyor ama bizim denizlerimiz gibi asla değildir. Tesisler havuzlarla filan idare ediyor olsa gerek.
İlk önce gittiğimiz şehir hiç aklımızda olmayan Mehdiya şehriydi. Burası EL JEM Amfitiyatrosu’nu gezdikten sonra gittiğimiz günübirlik gezer Sousse’ ya döneriz dediğimiz bir yerdi. Önceden sağlam bir plan yapsaydık belki orada bir gece kalmak güzel olabilirdi. Sade, sakin bir medinası vardı. Deniz kenarı kornişi upuzundu. Muhtemelen gecesi çok daha güzel olabilirdi. Ancak yine de bir gün gezmek kafi geldi. Anlaşılan o ki yabancı turistlerce pek bir rağbet görüyor. Sanki yazlık evleri sezonluk kiraliyorlar gibiydi.
Şehir, 10. yüzyılın başlarında Fatımi Devleti’nin kurucusu Ubeydullah el-Mehdi tarafından kuruldu. Adını da kurucusundan almıştır. Fakat ondan çok önceleri Kartacalıların önemli bir şehri de burada kuruluymuş. Daha sonraki dönemlerde şehir, Akdeniz’de Osmanlılar ve İspanya arasında sık sık el değiştiren bir kale oldu. Kaleye Borj el Kebir deniyor ve Osmanlı askeri mimarisin güzel bir örneğidir. Ulu cami ve souk denik çarşısı ülke genelindejki en temiz çarşıydı. Mehdiya’ nın sembolü olan siyah kapıdan girer girmez bunu farkettik. Oldukça küçük ama sevimli bir şehir olduğunu belirterek Cerbe adasına geçiyorum.
Tunus’un güneyindeki Cerbe Adası (Djerba), hem tarihi önemi hem de kültürel çeşitliliği ile Kuzey Afrika’nın en büyük ve en ünlü adasıdır. Cerbe Adasında konuşulan dil “Şelha ” dır ve Tunus’a göre farklıdır.
Ada, ana karaya köprü ile bağlıdır, dolayısıyla kara yoluyla gidilebiliyor. Biz Tataouine ( Tatavin ) şehrinden minibüsle geldik. Bu köprü yeni bir yapı olsa da Roma döneminden kalma bir set üzerine yapıldığı söyleniyor. Tarih boyunca Berberi, Arap, Yahudi ve Malta kültürlerinin izlerini taşıyan adaya giriş bile böyle fantastik oldu.
Cerbe, özellikle Osmanlı İmparatorluğu’ nun Akdeniz tarihi açısından kritik bir öneme sahiptir. Cerbe Deniz Muharebesi, Osmanlı Donanması’nın (Kaptan-ı Derya Piyale Paşa komutasında) Haçlı donanmasına karşı kazandığı büyük bir zaferdir. Osmanlı deniz savaşlarında iki önemli zafer var. Birincisi Preveze Deniz Zaferi diğeri de Cerbe Deniz zaferidir. Tarihe geçen savaşta Uluç Ali Paşa yani bildiğimiz adıyla Kılıç Ali paşa 70 adet düşman gemisini batırmış; 20 adet gemi de ganimet olarak alınmıştır. Haçlı askerleri kaleye sığınmış; Trablus Beylerbeyi Turgut Paşa iki aydan sonra 30 Temmuz 1560 yılında kaleyi ve adayı ele geçirmiştir.
Turgut Reis: Trablusgarp Beylerbeyi olan ve Akdeniz’deki Türk denizcilik faaliyetlerinin en önemli isimlerinden Turgut Reis’in Cerbe’nin fethinde büyük rolü olmuştur.
Şimdilerde ise Cerbe Adası, özellikle Yahudi mirası ile dikkat çeker. Bu mirasa gelmeden önce adaya gelir gelmez kendimize kalacak yer aramaya başladık. Eski bir handan dönüştürülen otel bulduk. Oldukça keifli bir dekorasyonu olan odaları dışında konumu çok iyiydi. Hemen çarşının içinde olduğundan geç saatlere kadar dolaşma şansımız oldu.
Çarşısı tipik bir sahil kasabası havasındaydı. Mavi beyaz hakimiyetine begonviller ve balık kokusu eklenince insan direkt parmak arası terlik moduna giriveriyor. Bizi özellikle çölden ve berberi şehirlerinden sonra rahatlatan bir yer oldu.
Burası adanın merkezi gibi düşünülebilir. Adadaki Houmt-Souk semtinde hediyelik eşya dükkanları, restoranlar, oteller, mağazalar, bankalar, kafeler var. Ayrıca Osmanlı’dan kalan çok sayıda eser bugün halen ayaktadır.
Borj Ghazi Mustafa (Kalesi) Limana yakın konumda bulunan bu kale, Osmanlı döneminden kalma önemli bir yapıdır. Osmanlı amirali Gazi Mustafa Paşa’nın adını taşıyormuş. Kalede Gazi Mustafa’nın mezarı da varmış. Tarihi 16. yy’a kadar uzanan kale, dikdörtgen şekilde yapılmıştır. Hendek ile çevrilen kalenin içinde hücreler ve bir de cami bulunmaktadır. Kaleyi görmeye boşuna gittik çünkü içine giriş kapalıydı. Deniz de dalgalıydı ama deniz işte kokusu bile yetiyor insana..
Türk camisi : Cerbe’deki Türk Camii, beyaz boyalı, geleneksel mimarisiyle, sakin çevreye güzelce entegre olmuş. Caminin görüntüsü bile sizi durup hayran bırakıyor. Günümüzde bu haliyle nadiren görülen bir sakinlik ve zarafet yayıyor. Cami ada içindeki 366 cami içinden en bilinenidir.
Bembeyaz yapısıyla çok cici görünüyordu. Hemen yakınında bir hamam ve mezar taşlarından bariz farkedebileceğiniz mezarlık Osmanlı eserlerinden bazılarıydı. Fakat kaldığımız otel görevlisi hem bizim otelin hem de Houmt- Souk’ taki neredeyse tüm yapılan Osmanlı eseri olduğunu söyledi. Tunus Osmanlılarla beraber hanefi mezhebiyle tanışmış olsa da Maliki mezhebine sahip müslümanlar çoğunluktadır. Onların camileri mimarisi ile farkedilse de insanlar arasında bu konu edilmiyormuş. Cerbe adasında yaşayan sayıları az da olsa Yahudi halkı içinde bu geçerliymiş. Madem konu oraya geldi o zaman gelin bir sinagog gezisi yapalım.
Afrika kıtasının en eski sinagogu olarak kabul edilir ve geçmişinin 2000 yıl öncesine dayandığı düşünülmektedir. Dünyanın dört bir yanından gelen Yahudiler için önemli bir hac merkezidir. Her yıl Pesah ve Şavuot Bayramları arasındaki dönemde yoğun ziyaretçi akınına uğrar.
Bu sinagog Cerbe adasının neredeyse ortasındaki Er Riadh köyündedir. Taksi ile gitmek en kolayı ama belediye otobüsü de var.
El Ghriba, 1950’lere kadar Djerba’daki üç Yahudi köyünde kullanılan yaklaşık 20 sinagogun en ünlüsüdür. Binaların MÖ. 6. yüzyıldan kalma olduğu hatta Süleyman Tapınağından bir taş veya kapının binaya dahil edildiği söylenmektedir.
İçine girip gezmek serbest ve ücretsizdir Kadınların girerken başlarını örtmesi erkeklerin de kipa takması istenmektedir. Haa ben takmam, başımı örtmem derseniz giremezsiniz.
Sinagogun içi, geleneksel Mağrip mimarisi ve güzel çinilerle süslenmiştir. Kudüs’ten getirilen taşlar üzerine inşa edilmiş deniyor. Küçük bir merkez ama Afrika kıtasındaki ilk sinagog olarak bilindiğinden önemi büyük. Unutmayalım kıtada yahudiler müslümanlardan daha en eski bir halktır. Halhazırda Cerbe’de yaklaşık 1.300 Yahudi yaşıyormuş. Yerel Yahudiler, pantolonlarının etrafında Tapınağın yıkılışını simgeleyen siyah bir bant bulunan kıyafetleriyle ayırt ediliyorlar
El Garibe sinagogunda 1985 de sinagogta çalışan görevli ibadet zamanında etrafa rastgele ateş edince 3 kişi ölmüş 15 kişi yaralanmış. 2002 yılında ise tören sırasında sinagogun yakınında patlayıcı dolu bir kamyon patlatılmış. 14 Alman, 5 Tunuslu, 2 Fransız turist ölmüş. El Kaide tarafından planlandığı ve İspanya’da ikamet eden bir Pakistanlı tarafından finanse edildiği tespit edilmiş. Bu olay bir süre dünya gündeminde de kalmıştır. 9 Mayıs 2023’te ise bir Tunuslu sinagogun dışında Yahudi cemaatine saldırmış 2 yahudiyi ve güvenlik görevlisini öldürmüş. Sekiz kişi de yaralanmış. Çatışma sırasında güvenlik görevlileri tarafından vurularak öldürülmüş.
Tabii ki ben bu bilgileri Türkan ve Ayten’e oraya gitmeden önce okumadım. Güvenlik kontrolünden geçse de insan ürküyor açıkcası. Neyse biz sinagogun olduğu güzel Erriadh köyüne geçelim de içimiz açılsın.
Houmt Souk’un hemen yanı başında, bembeyaz evlerin Akdeniz mavisiyle buluştuğu bir sanat harikası yatıyor: Djerbahood (Er Riadh Köyü). Burası, Cerbe Adası’nın en çok ilgi çeken noktasıdır.
Bu köy, kelimenin tam anlamıyla nefes kesen bir açık hava sanat galerisine dönüştürülmüştür. 30 farklı ülkeden gelen 150 sanatçı, geleneksel yapıların duvarlarını tuval olarak kullandı. Evlerden sarkan renkli çiçekler ve olağanüstü grafitiler, köyün her köşesine neşe saçıyor.
Bu canlı, nefes alan yaşam alanı, kesinlikle dünyaya örnek olacak bir projedir. Sokaklarında yürürken kendinizi tamamen kaybedecek, ruhunuzun dinlendiğini hissedeceksiniz. Cerbe’ye geldiyseniz, burayı listenizin en başına koymalısınız!
Flamingo Adası (Ras Rmel): Cerbe’den kalkan geleneksel korsan teknelerine benzer teknelerle ulaşılabilen bir kumsal bölgesidir. Adı, mevsime bağlı olarak görülebilen flamingolardan gelir. Bir günlük aktivite olduğundan biz gidemedik ama belki sizin vaktiniz olur.
Guellala Müzesi : Guellala, Cerbe’nin güneyinde yer alan bir kasabadır. Kasaba çömlekçileri çok ünlüdür.
Cerbe Ranch kumsalı : At sırtında ve deve sırtında adada yapılan gezi, harika gün batımı izleme şansı ve tekne turları ile açık hava aktivitelerinin yapıldığı bir yer. Turkuaz deniz ve yunusları fotoğraflarda gördüm ama dediğim gibi bizim buna vaktimiz yoktu.
Başkente nispeten yakın ülkenin Akdeniz kıyısındaki en önemli şehri Bizerte. Bazıları Bizar, bazıları Bizert diyor ben Bizerte diyorum. Tarih boyunca Akdeniz’de hakimiyet sağlamak isteyen devletler için stratejik bir liman olmuş.
Şehre girer girmez limandaki rengarenk boyanmış evler dikkat çekiyor. Biraz Venedik Burano adası havasına sokmak isteseler de bence vasattı. Ama belki gittiğimiz günkü hava etkilidir bilemem.
Şehrin simgesi balık hatta kendileri şehirlerine ” denizatı “diyorlar. Osmanlı döneminden kalan tarihi kale, cami ve çeşme görülebilecek yerlerden.
Eski şehir Medinası diğer gördüklerimizle kıyaslarsak en doğal olanıydı. Turistik olsun diye kasmamışlar, normal hayat akıp gidiyordu. Sokak isimleri yüzyıllardır aynı kalmış marangozlar, demirciler gibi…
Kasbah Medinasında gezerken şahane kapısı olan bir ev yanında marangoz atölyesinde bir koltuk imalatçısına denk gelirsiniz. Köşeyi döndüğünüzde canlı hayvan satan birine de rastlarsınız. Kapılara kötü enerjiyi kovmak için Fatima’ nın eli sembolü ve balık sembolleri yapılmış. Sokaklar az biraz daha temiz olsa ki Bizerta bence en temiziydi şahane olur.
Bizerte’deki medina çarşıları ile eski liman arasında 17. yüzyıldan kalma Rebaa Camii yer almaktadır. Bu özgün Bizerte simgesi, galeri cephesinde belirgin bir Osmanlı tasarım etkisi gösteren sekizgen bir minareye sahiptir. Ayrıca halen çalışan bir Türk hamamı da var. Bildiğiniz odun ateşiyle ısıtılıyor. Girişi de 10 TND imiş gayet uygun bir fiyat üstelik masaj da dahilmiş.
Tüm eski şehri gezip hurmamızı satın alıp liman bölümüne tekrar geçtik. Sahilde balıkçılar sıra sıra yerini almıştı. Fakat bu şehir lablebisiyle ünlü ve biz pek ondan yemek istemiyorduk. ( nasıl bir yemek olduğunu şuradaki yazımda anlatmıştım ) Bu şehirde balık yemeyi hayal etmiştik ama yağmur ve limandaki koku bu hayalimizden anında vazgeçirdi bizi.
En iyisi bir an önce Cap Angela’ya gitmekti.
Yaz aylarında şahane bir plaj olduğunu düşünüyorum ama tek özelliği elbette deniz – kum- güneş üçlüsü değil. Burası Afrika kıtasının en kuzey noktası. Eğer araç kiraladıysanız kolayca gelirsiniz Yok eğer bizim gibi gezenlerdenseniz Bizerta’dan taksi tutmalısınız. Gidiş geliş için 50 TND verdik. Pazarlık da yaptık ama Tunus geneli için çok görünse de uzun ve zorlu yol için gayet uygun fiyat. Üstelik sizi orada bekleyeceklerini de hesap etmelisiniz. Araç belli bir yere kadar gidebiliyor sonra biraz yürümeniz gerekiyor. Tek zorluk rüzgar olsa da o denizin lacivert rengi öyle güzeldi ki fotoğraflarla anlatmam maalsef mümkün değil.
Coğrafi noktanın işaretlendiği bir Afrika anıtı konulmuş ve burada fotoğraf çekmek kaçınılmaz doğal olarak. Buna benzer bir fotoğrafım Fas’ ın okyanıs kıyısında vardı. Orası da Afrika’ nın en batı noktasıkabul ediliyor, umarım bir gün kıtanın en güney noktasında da bir fotoğraf çekerim.
Bu iki sahil şehri tam bir Avrupalı turist yuvası özellikle Hammamet. Tunus’ un ilk turizme açılan şehri olduğundan bir sürü otel yapılmış. Oysa 1920’lerin sonlarında meyve bahçeleriyle çevrili küçük bir balıkçı limanıymış.
Kısa bir uçuşla güneşe hasret Avrupalıların ucuz diye Tunus’ u tercih ettikleri biliniyor. Tunus’ un geri kalanındaki muhteşem güzelliklerden bihaber gelip gittikleri bir yer Hammamet. Oysa Cerbe adası çok daha güzeldi.
Eski bir şehir ve medinası bahsettiğim turist aşinalığı yüzünden temiz ve düzenliydi. Şehir aslında oldukça geniş bir alana yayılmışsa da etrafı surlarla çevrili küçük bir kasbahı vardı. Bu alan buyrun buyrun diyen satıcılarla dolu. Kaleyi uzaktan gören sahilde bir kafede oturup manzarayı izledik ve ordan çömlek yapımıyla ünlü Nabul şehrine geçtik. Orası da benzer Tunus şehirlerinden biri ama güzeldi. Sevdik, sanki Hammamet merkezine kıyasla modern gibiyidi.
Tunus gezinizde bizim gibi sırtçantalı gezgin iseniz vaktiniz yoksa ikisini liste dışı tutabilirsiniz. Fakat başkent Tunus’tan ulaşım kolay olduğu için ve ikisini bir günde gezebileceğimizden aklımızda kalmasın diye geldik. Yani karar sizin dostlarım.
Akdeniz kıyısında birçok şehir var ve hepsini gezmek tabii ki imkansız olduğu için ben gördüklerimi size anlattım. Umarım yazım hoşunuza gitmiş ve size rehber olmuştur. Diğer yazılardan haberdar olmak için web siteme abone olursanız sevinirim. Böylece ben yeni yazı yazınca size bir e-mail ile haberi gelir.
Herkese sevgiler, saygılar…
Youtube : pustoodunya
İnstagram : pustoodunya
Tunus’ ta gezilecek yerleri kaldığım yerler, lokanta ve ulaşım ana duraklarının yerleri buradaki haritada
Tunus’a gitmeden önce bilmeniz gerekenler burada
Başkent Tunus, Sidi Bou Said ve Kartaca burada
Matmata ve Tataouine burada
Soussei El Jem ve Kayravan burada




















Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.