Beyoğlu’na uzanalım beraberce, İstiklal Caddesi’nin coşkusuna ve Galata Kulesi’nin ihtişamına komşu, tarihi bir yapıya gidelim. Dar, hafif yokuş sokakta tarihimize iz bırakan kişilere, olaylara şahit olmuş bu duvarların önünde soluklanalım. Burası ST.Pierre Han ilklere şahit olmuş bir binadayız.
18. yüzyıldan beri ayakta duran han sadece bir bina olmanın ötesinde, belki de o yüzden zamana direniyor. İstanbul’un değişen yüzünü bize gösteriyor. Birçok döneme şahit ama şu an çok sessiz.
Yakın zamana kadar çeşitli atölyeler vardı ve hanın büyük bir kısmı harap vaziyetteydi. İBB Miras bu binayı bir üniversite ile anlaşarak restore etme girişiminde bulundu. Ben bu yazıyı binanın içine o sayede girdikten sonra yazmak istedim. Yazımın içinde binayı ilginç yapan üç konuya ayrı balıklar halinde değineceğim. Biri osmanlı Bankası, biri bir Fransız şair, bir de bir kot pantolon hikayesi… Bu garip üçlünün ortak keşiseni işte bu han ! Haydi şimdi tarihin içinde gezmeye başlayalım.
“St. Pierre Han”, Bankalar Caddesi ile Eski Banker Sokağın kesiştiği alanda yer alaktadır. O bölge Bereketzade Mahallesi olarak geçse de Şişhane ve Bankalar Caddesi arasında dersem daha net anlaşılacaktır. Galata Kulesi’ne yakın olduğu için, restorasyon bitince yapıya kolayca ulaşabilirsiniz. Fakat üzülerek söyleyeyim şu sıralar tadilatta olduğundan içine giriş mümkün değil. Umarım yakın zamanda biter ve tüm İstanbullular bu yapının içinde vakit geçirebilirler.
Tam adres isteyenler için şöyle bir kolay tarifim var. Galata Kulesinin yanında Galata kulesi sokaktan aşağıya doğru yokuşu ininiz. Oldukça dik yokuşta ( göz hastanesinin olduğu ) St.Pierre Kilisesi göreceksiniz işte onun hemen altındaki sokakta. Sarı brandalarla şu an kapatılmış vaziyette. Şansınız varsa kilise kapısı açıksa yani girip görmenizi tavsiye ederim. İçi muazzam.
Harita üzerinde bulabilmeniz için de şu linki tıklayınız.
Önceden Arap Camiinde yer alan Dominikan cemaati, fetih kanunu gereği kendi rızasıyla teslim olmayan şehirdeki tüm mabedlerin camiiye çevrilmesi sonucu Galata’daki bu kiliseyi inşa etmişler. 1600lerin başında inşa edilen ilk kilise zaman içerisinde pek çok defa yeniden yapılıp bu zamana ulaşmış. En son halini Ayasofya’nın restorasyonunu da yapmış olan Fossati kardeşler gerçekleştirmiş.
Kiliseyi asıl değerli kılan özelliği Konstantinopolis’in koruyucu simgelerinden biri olan ve Aziz Evangelist Luka tarafından yapıldığı iddia edilen Bakire Hodegetria ikonlarından biridir.
Geçmişteki önemine tezat bir şekilde, St. Pierre Han on yıllarca kaderine terk edilmişti. Yangınlar atlattı ve Perşembe Pazarı esnafının insafına kaldı. Her geçen gün kendisinden bir şeyler kaybederek görünmez oldu.
Adını hemen yanı başındaki Saint Pierre Dominiken Kilisesi’nden alır. Bir Katolik tarikatı olan Dominikenlerin şehirdeki geçmişi 800 yıl öncesine dayanıyor. İstanbul’daki ilk kiliseleri, bu binaya çok da yakın olan Arap Camii’ydi. 1461’de, kiliselerinin camiye çevrilmesinin ardından Dominikenler Saint Pierre Kilisesi’ni bugün bulunduğu bölgeye taşımışlar. Fakat 18. yüzyılın başında, Saint Pierre Kilisesi’nin rahipler topluluğu Venedik elçiliği ile yaşadıkları sorunlar nedeniyle Fransız elçiliğinin koruması altına girmek istemişler.
Böylelikle bugünkü Saint Pierre Han Galata’da yükselmeye başlamış. Bloklar halinde inşa edilen hanın ilk kısmı 1771’de yine ticaret temsilciliği, banka ve lojman olarak inşa edilmiş. İkinci kısım 1772’de, Voyvoda Caddesi’ne dönen üçüncü ve son bölümün ise 1775’te inşa edildiği biliniyor. Bu son inşaatın hatırasına hanın üzerinde Saint Pierre’i inşa ettiren Fransız Sefiri Comte de Saint-Priest’in amblemi ile Bourbon Hanedanı’nın üç zambaklı amblemi de yerleştirilmiştir ki bunlar hâlâ aynı yerlerinde duruyor.
Gezi ekibiyle söylenilen saatte kapıda buluştuk. Bize verilen baretleri ve yeleklerimizi giydikten sonra, hana girdik. Yıllardır kimler kimler bu merdivenleri inip çıktı diye düşürken bir yandan da rehberimizi dinledik. Yukarıya çıkmadan önce rehberimiz bize giriş katındaki ofis duvarında 20. yüzyıldan kalma büyük bir gemi freski gösterdi. Giriş katta ilerleyip, üzeri açık bir avluya ulaştık. Avluyu çevreleyen ilk iki kat binanın ilk yıllarına aitmiş. Üçüncü kattaki tuğla duvarlar ise Osmanlı Bankası’nın açıldığı dönemde eklenmiş.
Çok değişik bir atmosferi olan yapıda kitabevi, şarap şirketi, komisyoncu, tüccar, kimyager, banker, tütün tüccarı gibi farklı iş kollarından bir çok kimsenin ofisleri varmış.
İstanbul’daki ilk büyük avukatlık ofislerine de ev sahipliği yapmıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde, Batı hukuk sisteminin getirdiği davalarla ilgilenen Levanten avukatlar, bürolarını burada açmıştır.
Han, yapıldığı ilk yıllarda sadece bir iş merkezi değil, aynı zamanda Fransa’nın İstanbul’daki ticaret ve siyasi temsilciliğiydi. Dolayısıyla, hanın duvarları sadece ticari anlaşmalara değil, dönemin diplomatik ilişkilerine de tanıklık etmiştir.
Beni en çok şaşırtan ise Osmanlı Mimarlar ve Duvarcı Ustaları Birliği diye bir birliğin ofisinin olması oldu. Ayrıca 19. yüzyıl İstanbul’unun en meşhur mimarlık bürolarının olduğunu anlattılar. Zamanında toplam 23 adet mimarlık bürosunun bulunuyormuş. Dört büronun yerinin tespit edildiği söylendi. İstanbul’a sayısız eser bırakmış Bunlar da şöyle listeleyelim.
Binanın yapısı oldukça karmaşık geldi bana hatta insan burda bürosunu nasıl bulur dedim, o derece karışık. Belki tadilat halinde olduğu içindir. Yüksek tavanlı holden ilerledik. Duvarlardaki kalem işleri büro odalarının içerisinde boyaların altından gün yüzüne çıkmış. 4 numaralı büroda bulunan ve tüm duvarları çevreleyen baykuş desenlerine dikkat çekti rehberimiz. Baykuş bilindiği üzere bilgelik sembolüdür dedi. Hatta Mimar Sinan üniversitesinin simgesi de baykuştur, diye ekledi.
Büroların bulunduğu bölümden çıkıp koridorda ilerledikten sonra bir kapının üzerinde ‘’Bank-ı Osmani Şahane Veznesi’’ yazısını gördük. O gün öğrendiğim beni şaşırtan bir bilgiyi aktarmak isterim. İngiliz sermayesiyle kurulan ve adı Ottoman Bank olan finans kurumu, daha sonra Osmanlı Bankası’na dönüştü. Çok detaylara girmeyeceğim ama ben en başından beri Osmanlı bankasını Osmanlı Devleti kendi başına kurdu filan zannederdim.
Banka, 30 yıla yakın bir süre merkez olarak St. Pierre Han’ı kullanmıştır. 1892 yılında Osmanlı Bankası, Saint Pierre Han’ı terk ederek, aynı yıl Voyvoda Caddesi’nde inşa edilen yeni binasına taşınmıştır ki bu caddenin adı da halen Bankalar Caddesi’dir. Salt Galata .org sitesinde şöyle bir paragrafa denk geldim ve aynen aktarmak isterim.
Yeni Genel Müdür Sir Edgar Vincent’in hayali bankanın ihtişamına yaraşır yeni bir binanın inşasıydı. Voyvoda Caddesi üzerinde yer alacak yeni bina 1890 yılında, dönemin ünlü mimarı Alexandre Vallaury’ye sipariş edilmişti. Binanın en büyük özelliklerden olan ve Londra’da dönemin en ünlü kasa imalatçısı Samuel Chatwood’dan sipariş edilen kasa dairesi gazete haberlerine konu olmuştu. Bina 27 Mayıs 1892 günü törenle hizmete girmiş, birkaç gün sonra da bankanın Sen Piyer (Saint-Pierre) Han’daki on üç ton ağırlığındaki bir buçuk milyon lira değerindeki altın rezervi yeni mekâna taşınmıştı. Galata’nın en cüsseli ve muhteşem yapısı haline gelen yeni genel müdürlük binasının belki de en ilginç özelliği bankanın Doğu ile Batı arasındaki konumunu simgeleyen neoklasik ön cephesiyle, Haliç’e bakan neo-oryantalist tarzdaki arka cephesiydi.
Konu ile ilgili arşiv fotolarına şuradan ulaşabilirsiniz. saltgalata.org
Bankanın Saint Pierre’i terk etmesinin hemen ardından hanın çeşitli iş kollarından kurum ve kuruluşlara kiralandığı ve her geçen yıl kiracıların sayısı arttığı görülmüş. Bankanın handa açıldığı yıllarda buraya eklenmiş bir ahşap merdiveni gördük. Nasıl olmuş da onca yıl sağlam kalmış inanılır gibi değil doğrusu.
Kilisenin manastırına geçiş kısmı anlatıldı. Bir salonda Osmanlı Bankası’nın veznelerini varken, başka bir bölümde hanın Fransız Bankası olduğu dönemden bir gravür gösterdiler. Alt kata para çuvalları atılıyormuş. Harika anlattıklarını da yeri gelmişken belirtmek isterim.
St. Pierre Han ’da bürolar ve bankalardan farklı olarak başka sektörler de yer alıyor. Duvarlara sinmiş yağ ve is kokusunu zaten alabildiğimiz için az çok tahmin ettik. Fakat beni en çok şaşırtan ” Muhteşem Kot” isimli işadamının kendi adıyla jean pantolon ürettiği atölyesi oldu.
Tüm dünyada blue jean, denim adıyla bilinen pantolonlara ülkemizde “’kot’’ denilmesi zaten hep kafamı kurcalamıştı. Yıllar yıllar önce Levi’s, Lee Cooper gibi markaların Türkiye’ye gelişi olay olmadan önce kot pantolon giyip dolaşanların bile bilmediği bir hikayesi var.
Gostivarlı bir Arnavut olan genç terzi çırağı Muhteşem Kot, 1940’larda Fransa’daki en iyi terzi okullarından birine kaydolmuştur. Orada Amerikan malı blucinlerin kumaş dokusunu, kesimini ve dikimini incelemiş ve bunun Türkiye’de tutacağını düşünmüş. İşte sonradan dilimize yerleşen KOT pantolonlarının macerası böylece başlamış. Muhteşem Bey kendi soyadıyla markalaştırdığı Türk tipi blucinleri bu handa üretmeye başlamış.
İstanbul’da Karaköy Necati Bey Caddesi, Ankarada’da Samanpazarı’nda satışa sunulmuş. Levi’s’ın etiketine çok benzeyen, bir pantolonu ters yönlere çeken atların bulunduğu bir etiket kullanmış. Kot kalitesinin kanıtı ise dik olarak yere konduğunda dayanıklılığını gösterir şekilde ürünün ayakta durmasıymış.
İlk dönem pantolonlarda diğer denim kumaşlarda olduğu gibi Hindistan menşeili kök boyası indigo katılmış iplikle dokunmamış. Dolayısıyla yıkanma ve aşınma sonucu renk solması olmazmış. Koyu lacivert renkteki pantolonlar, ancak güneşe maruz kaldıkça zaman içerisinde sararırmış.
Muhteşem Kot’un ölümünden iki yıl sonra, 1960’ta marka olarak tescillenmiştir. Aynı dönemde, özellikle sinemanın etkisiyle gençler denim pantolona yoğun ilgi gösteriyordu. Artık makbul olan orijinal Amerikan markalarıydı. 80’lerle beraber uluslararası markalar baskın çıktı. Maalesef Kot markası 1992’de üretimine son verdi.
Gençliğime dair çok net hatırladığım anılarımdan biri işte bu dönemden. Tophane’nin Salıpazarı denen kesiminde şimdi Galata Port olan yerde eskiden nargileciler vardı. Ondan önce de sıra sıra dükkanlar vardı ve oraya “Amerikan Pazarı” denilirdi. İlk kot pantolonumu ( bakınız halen kot diyorum ) Levi’s 501 modelini sipariş verip günler sonra ordan satın almıştık. Şimdi düşününce üzüldüm, babama bayağı bir eziyet etmişim.
Dilimize ve kültürümüze blue jean kavramını ”kot” ismiyle sokan insan olan Muhteşem beyin çocuklarından Aytaç Kot halen “Levis kot” dendiğini gülümseyerek anlatıyor.
Biz dönelim Sen Piyer Han’ ın hikayesine İş sadece kot pantolon üretimiyle kalsaydı keşke… Binada uzun yıllar boyunca üretim yapan bir de hardal atölyesinin olduğunu öğreniyoruz. Duvarlara sinen renk, sonra yerini bobinajlıların yağlarıyla kaplanmıştı. Cumhuriyet döneminde daha çok elektrikçilerin, demirci atölyelerinin yerleşmesiyle tarihi yapının yanlış bir şekilde kullanılmasına ve harap olmasına yol açmış.
Oysa koca bir imparatorluğun kasasının durduğu bir yapıymış. İhtişamlı İstanbul yıllarında kim bilir ne güzel bir yapıydı burası diye düşünmeden edemiyor insan. Üstelik sadece banka değil onun varlığını önemli yapan, mimarlık ofisleri, de değil. Fransız Ticaret Temsilciliği ve lojmanı olan binada Fransız şair André Chénier 1762’de burada doğmuş.
Alexandre Vallaury’ye hazırladığı mermer levha sayesinde burada doğmuş olduğunu öğreniyoruz. Levha bugün de aynı yerde bulunuyor. Üzerinde “André Chénier naquit dans cette maison le 30 Octobre 1762” yani “André Chénier 30 Ekim 1762’de bu evde doğmuştur” yazısı görülmektedir.
Sunay Akın’ın dediği gibi, göbeğini Galata’da, kellesini Fransız İhtilali sırasında giyotinde, Fransa’da bırakan bir şair o. André henüz 32 yaşındayken Fransız İhtilali sonrası yaşanan kargaşada devlete karşı geldiği için giyotinle idam edilmiş. Kendisi ise hep bir komploya kurban gittiğini savunmuş, ama nafile. Giyotine giderken ellerini kafasına vurarak “bunun içinde daha çok şey vardı” diyerek hafızalarda yer etmiş bir genç adam.
Yazım burada sona ererken size bir kitap önerisinde bulunmak isterim. “Hiç kimsenin kenti ” isimli Tolga Gümüşay tarafından yazılmış kitapta hanın adını ilk kez duymuştum. Sonra araştırmaya başladım ve bir gün İbbMiras etkinliğinde restorasyon döneminde gezebileceğimi öğrenince çok sevindim. Umarım Üniversite ve Belediye arasındaki sorunlar çözülür ve bir an önce herkes gezebilir.
Aşağıda St.Pierre han gezisinde çektiğim fotoğrafları görebilirisiniz. Yazım hoşunuza gittiyse lütfen siteme abone olunuz. Hatta diğer sosyal öedy hesaplarımdan takip ederseniz çok mutlu olurum.
Diğer yazılarımdan bazılarını okumak isterseniz şu linklere tıklamanız yeterlidir.
Nuruosmaniye Camii: Bir İstanbul Şaheseri
Fransız Sarayı: İstanbul’un Kalbinde Fransız Rüzgarı
Victor Hugo ve az bilinen tuhaf yaşamı
Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.