Kırkçeşme sularının hikayesini yani İstanbul’ un suyunun hikayesini dilim döndüğünce size anlatmak istiyorum. Suyun kendisi çok önemli iken bir de işin içine Mimar Sinan girince anlatması zor bir konu haline geliyor. Karmaşık ve çok büyük bir proje. Sizin için de okumak zor biliyorum, ama hep beraber deneyeceğiz.
Genelde teşekkür kısmı yazıların sonunda olur ama ben peşin peşin derin bilgilerinden faydalandığım Ahmet Aygün’e şükranlarımı sunmak istiyorum. Hem eserleri yerinde anlatımından hem de tez çalışmasından faydalanmama izin verdiği için.
Haydi o zaman kahvenizi, çayınızı aldıysanız yavaş yavaş başlayalım. Yolumuz uzun taaa İstanbul’ un Doğu Roma başkenti olduğu yıllara kadar giderek başlayacağız. Orman içlerinde yürüyeceğiz ve çeşmelere kadar gezeceğiz.
Bilinen en eski su kaynağı hattı Roma döneminde, Hadrianus zamanında yani MS. 117-118 yıllarında başlayarak inşa edilmiştir.
İkinci su hattı ise imparator Constantine döneminde yapılmıştır. Romalılar suyu Istranca dağlarından yaklaşık 242 km uzunluğunda bir yoldan getirmişlerdir.
İstanbul’un üçüncü su hattı ise imparator Valens zamanında 373 yılında inşa edilmiştir.
Hepimizin defalarca altından öylesine geçtiği (bana göre şehrimizin en güzel eserlerinden biri) Fatih’in ilçesindeki Bozdoğan (Valens) kemeri işte bu dönemlerden kalmadır.
Şehre suyun dördüncü kez ise 1.Theodosius zamanında (379-395) Belgrad ormanlarından getirildiği bilinmektedir. Hatta Mimar Sinan’ın bu hattın bazı ögelerini kullandığı düşünülüyor.
Buradan anlaşılacağı üzere her başa gelen imparator su sıkıntısıyla çokça uğraşmıştır.
Suyu şehre getirmek büyük bir iş elbette ama onu depolamak da gerekiyordu. Hepimizin bildiği Yerebatan, Binbirdirek, Şerefiye gibi sarnıçlar işte bu yüzden yapılmıştır. Maalesef apartmanların altında depo olarak kullanılan, kafeye çevrilen, düğün salonu olarak kullanılan bir sürü sarnıç var.
Şehrimizde kapalı sarnıçların yanısıra bir de çukurbostan denilen açık su sarnıçları da var. Üç tane sur içinde, bir tane su dışında olan sarnıçları hepinizin gördüğüne yemin edebilirim ama ispatlayamam :)
Mesela Karagümrük-Vefa stadı olarak kullanılan alan aslında zamanın su sarnıcıymış. ( şu an tadilatta umalım da duvar kalıntılarına bir şeyler olmasın ) Biri Yavuz Sultan Selim cami yakınında, üçüncüsü de Fındıkzade’de. Bu ikisi halka açık park olduğu için rahatça geçmişten kalan izleri çayınızı içerken görebilirisiniz. Sur dışındaki sarnıç ise biraz şaibeli de olsa Fildamı!
Gençliğimde Vefa stadı dediğimiz Karagümrük stadında okulumuzun futbol maçları olurdu. Bu vesileyle defalarca orada bulundum. Hatta oradaki antik duvar kalıntılarına baka baka otobüsle geçtim gittim yanından. Bir gün tarihçesini merak edip araştırınca İstanbul’ un su yollarını, Mimar Sinan’ ın Kırkçeşme su yolu projesinden haberdar oldum. ilerleyen yaşımda öğrenmemin kişisel ayıbım olduğunu biliyorum. Gerçi anlattılar da biz mi dinlemedik? İşte bu yazı o futbol sahasından çıktı. Demem o dur ki merak ettiğiniz konunun peşinden gidin hayatınıza renk gelsin :)
Biz yine su hikayesine dönelim…
Yukarıda bahsettiğim Bizans’tan bize miras su sistemine “Halkalı su yolu” deniliyor. 16 bağımsız kolun haricinde Rami ve Davut Paşa kışlalarına da ayrı bir su yolu olduğu bulunmuş. Duyduğuma göre Kültür ve Turizm Bakanlığınca restorasyonu halen sürüyormuş.
Şehir el değiştirdiğinde yani Sultan Mehmed İstanbul’u aldığında ivedilikle bu konuya el atarak ilk etapta Halkalı su yollarını onarmaya başlamış. Bu isale hattının Cebeciköy’den şehre kadar olan kısmı tamir ettirip ve hattın üzerine 21 adet su kemeri yaptırmış.
Tarih sahnesine Muhteşem Süleyman’ın girdiği yıllarda ise Mimar Sinan’ ın yaptığı “Kırkçeşme su yolu” denilen olağanüstü sistemini görüyoruz.
İhtiyaç dahilinde yakın yüzyılda da su projeleri devam etmiş. “Taksim su yolu” projesi bunlardan biri. Suyun toplanıp dağıtıldığı yere Maksem deniliyor. Taksim meydanında caminin yanındaki tarihi yapı bu maksemin ta kendisi. Oradan da Beyoğlu, Galata, Kasımpaşa bölgesine su taksim edilmiş. Maksemden evrilerek, birazda suyun taksimine atfen semtin adı Taksim olmuş.
Şimdi aklıma geldi de hemen yazayım; yeni nesil bilmez ama Maksim gazinosu vardı, acayip meşhurdu. Adının neden Taksim değil de Maksim olduğunu hep merak ederdim. Şimdi şimdi sahipleri belki maksem – taksim karışımını kullanmıştır diye düşünüyorum, kimbilir? Konu bambaşka yere geldi, kusura bakmayın. Hemen gazino döneminden suyun serüvenine geçiyorum.
Abdülaziz döneminde ise Terkos gölünden şehrin bir bölümüne su veren “Terkos su sistemi” devreye girecek ve bunu Abdülhamit eseri olan “Hamidiye su sistemi” izleyecek. Karşı yakada ise “Üsküdar su sistemi” ihtiyacı karşılayacak.
Bu yazının asıl kahramanı olan Kırkçeşme su yoluna nihayet geldim.
Günlerden bir gün; Kağıthane’nin o dönem ıssız olan kırlarında gezintiye çıkan Kanuni Sultan Süleyman, çimenlikler arasında kaybolan temiz suları görür. Akan bu suyun boşa denize döküldüğünü öğrenince yanındakilere suyu nasıl değerlendiririz diye sorar. Ona “Her sanatın üstadı vardır, bu işi mimar ile görüşmek lâzımdır” derler. Böylece mimarbaşı Sinan’a müracaat edilir.
Romalılardan kalan su yolları koca Sinan’a ipucu verse de haftalarca keşif gezileri yapar. Sonuçta yapılacağına kanaat getirir.
Kanuni, ne kadar tutacak bu iş bilelim mimar başı, diye sorar. O da cevaben; hünkarım su kaynağından şehre altın keselerini dizerseniz ancak yapılabilir, der. Bunun üzerine Kanuni Sultan Süleyman; sen bana yaparım dersen ben çift sıra altın keselerini dizerim, diye cevap verir.
Bu diyalog yaşandı mı bilinmez elbet. Ancak saray kayıtlarına göre gerçekten de Osmanlı’ nın en yüksek bütçeli işi budur.
Kırkçeşme su yolları sayesinde İstanbul’ un su sorunu çözülmüştür. Hamamlar, sokaklardaki çeşmeler, camilerdeki abdesthaneler, saray ve sonradan zenginlerin evlerine kadar uzanan muhteşem bir ağdır bu.
Belgrad Ormanlarında biriktirilen su şehre kadar kendi cazibesiyle akıtılarak getirilmiş. Bu tabiri de değerli Ahmet Aygün beyden duydum çok güzel değil mi?
Kendi cazibesiyle ne demek? Suyun bir yerden bir yere hiçbir harici etken olmadan(motor, pompa, vantuz, tulumba vs.) akıtıldığı yöntemdir.
Yapımı dokuz yıl süren, 55 kilometre uzunluğundaki Kırkçeşme su yolu içinde 4 tanesi anıtsal nitelikte olan 33 adet su kemeri, baş havuz ve 4 adet bent bulunmaktadır.
Şimdi Belgrad ormanının içindeyiz ve ufak derelerin önünde bir set oluşturan yapılar olan bentler ilk duraklarımız. Belgrad ormanının içinde farklı dönemlerde yapılmış yedi adet bent var. Bentleri yapılış sırasıyla yazdım becerebilirsem şuraya harita da eklerim. Gidip görebilirsiniz ancak üstlerine çıkmanız mümkün değil.
Ortasından dere geçen veya yağmur sularını biriktirmek maksadıyla vadinin en dar yerlerine çekilen setlere bent (bend) denilmektedir. Dilimize Farsçadan geçmiştir. Baraj kelimesi ise tahmin edeceğiniz gibi Fransızcadan.
Su bentlerde baraj mantığında tutuluyor. Yapının en geniş yeri zemini, neticede onca suyu tutması gerekiyor. Su çoğaldığında bendi yıkmasın diye iki yanında “savak” denilen kısımlar da var. Fazla su buradan bende ağırlık vermeyerek doğaya akıyor. Suyu savması gibi düşünebiliriz.
Bentlerin en önemli yeri ise “hazne” denilen kısmı. Suyun öneüne çekilen bend onu durdurdu ama şehre nasıl gidecek? İşte bu noktada hazneye gelecek ve ordan yola devam edecek.
Suyu akıtmaya yarayan bu hazneler, bendin ön cephesi üzerinde yer alır. Haznenin içerisinde musluklar, sandıklar, lüleler, masuralar olup dış kısmı kapıyla kapalıdır. Bendin arka yüzeyinde biriken sular, iç kısımda zemine yakın bir yerden açılan küçük yoldan içeri girer.
Daha iyi anlaşılması için şuradaki videoma gözatabilirsiniz.
Hazneden lülelerle ayarlanan su yine uzun galeri denilen kanallarıyla yolculuğuna devam eder.
1. Saniyede 0,ϲ Litre, Dakikada 3ϲ Litre, Günde 5 metreküpe denk gelen Osmanlı ölçü birimi. 2. Osmanlı devrinde çeşmelere takılan ve belli bir sürede belli ölçüde su akıtan ağız.
Yandaki fotoğrafta gördüğünüz deliklere üstte duran tahta takozları koyunca suyun önü tıkanmış olacak. Açıkta kalan lüleden ise su akacak. Dolayısıyla galeriye aktarılacak su miktarı belirlenmiş olacak.
Bu kareyi çektiğim yer özel bir gezi vesilesiyle girdiğim Büyük Bendin içidir.
Suyumuz bentte durdu, hazneye indi, lüleden geçti ve sonra uzun galerilerle ormanın içinde dolaşmaya başladı. Fakat öyle su akar yolunu bulur deyip bırakmıyorlarmış.
Babadan oğula geçen zamanının çok önemli bu meslek erbaplarına “su yolcuları” denilirmiş. İşleri ise galerilere ölü hayvan, herhangi bir çöp birikintisi girmiş mi kontrol etmek.
Kontrol için galerilere girdikleri yerlere de baca denilirmiş. Bu bacaların her birinin üstünde bir numara var.
Suyumuz halen ormanda ilerliyorken ehh topoğrafyamız öyle Konya ovası gibi dümdüz değil, tepeler vadiler var. Su bunları nasıl aşacak da ilerleyecek. O zamanlar suyu yukarıya basacak su pompası yok. Suyun tepeleri aşması için kemerler yapmak lazım gelmiş.
Bu su yolunun en görkemli yapıları kuşkusuz kemerlerdir. En ihtişamlıları ve halen ayakta olanlarının en büyükleri şöyledir;
1 – Eğri Kemer (35 m yükseklik ve 342 m uzunluk)
Bu yapıyı ilginç kılan 90 derece kırılan su güzargahıdır. Kemerburgaz tabelasından girdiğinizde karşınıza bir anda çıkacaktır.
İçine girilebilir, su akmaktadır ve yaya olarak üzerinde yürünebilir. Fakat şu sıralar restorasyonda.
2 – Uzun Kemer (26 m yükseklik ve710 m uzunluk)
Bu yapıda binde bir oranında görülen taşların Roma döneminden kaldığı düşünülmektedir. Eğri Kemer’ den sonra yine Kemerburgaz yönüne doğru gidince karşınıza çıkacaktır. Gerçekten de adının hakkını veren bir kemer.
Su akışı yoktur ayrıca içine giriş de mümkün değildir. Üzerinde yürünemez.
3- Güzelce Kemer (32 m yükseklik ve 165 m uzunluk)
Bu kemer Alibeyköy barajının içinde kaldığından yanına gidilmesi en zor olanıdır. Sultangazi ilçesi sınırlarındaki halka açık parktan gidiliyor ancak yolu biraz zor.
Suyu akıyor, içine giriliyor ancak içinden ve üstünden yaya geçişi yok.
4- Mağlova (35 m yükseklik ve 258 m uzunluk)
Bu kemeri aşağıdaki başlık altında anlatacağım. Suyu akıyor, içine girilebiliyor ve karşıdan karşıya yaya geçişi mümkün.
Hal hazırda ayakta olan diğer İstanbul kemerlerine örnek olarak Mimar Sinan öncesi yapılmış Bozdoğan (Valens) kemeri ve 1750’lerde yapılmış Bahçeköy Kemerini sayabiliriz.
Bu ikisinden daha küçük olup arada kalmış ama direnen birkaç tane daha var. Kenarına sağına soluna adını bile yazmaya tenezzül etmemişler ama ben söyleyeyim; Validesuyu Kemeri. Maalesef yol kenarında kaldığından ve kimse kusura bakmasın ama tarihi eserlere değer vermediğimizden atıl duruyor.
Yine bir şekilde küçüklüğümde su toplama havuzlarının olduğu, bir hamam olduğunu net hatırladığım Keçesuyu’nda da artık yeller esiyor. Oysa şimdiki adı Gaziosmanpaşa olan semtimizde halen isimleri su ile ilişikli mevkiler vardır. Validesuyu, benim oturduğum yer olan Sarıgöl, az ilerimizdeki Havuzbaşı ilk aklıma gelenler. Eski Taşlıtarla sakinlerinin çok iyi bildiği bu su yollarına ilaveten Havuzbaşı’nda yakın tarihe kadar bir su sarnıcı ya da tünel diyebileceğimiz yapı gözle görülür vaziyetteymiş. ( ben yaş itibariyle erişemedim maalesef ) Havuzbaşı ilkokulu yanındaki park altındaymış. Muhtemelen Bizans sarnıçlarından biriydi.
Elimizin altındaki değerleri koruyamamamız çok acı. Oysa Kırkçeşme su yolunun dünya kültürel miras listesine eklemesi için devletimizin elinden geleni yapması gerekiyor. Tarihi değeri yüksek ve benzerine rastlanmayan böyle eserlerin üstünün kapatılması bir nevi cinayettir, deyip okumaya devam edelim.
Bentlerden geçtik, kemerleri de geçtik sıra anıtsal nitelikte diğer eserlere geldi yani havuzlara.
Havuz deyince, ohh suyu bulur bulmaz havuz yapmışlar diye şayet aklınızdan geçirdiyseniz feci günahlarını aldınız. Bu havuzlar öyle havuz değil dostlarım!
Peki nedir derseniz; Kırkçeşme isalesinde suyun dinlendirilmesini ve içerisindeki toz, kum gibi maddelerin çökeltilerek temizlenmesini sağlamak amacıyla yapılan çökeltme havuzlarıdır.
Beyoğlu Belediyesi Avrupa Miras günleri etkinliği sayesinde içine girdiğim çifte havuza hayran kaldım. Büyük Bentten hemen sonra su biri kare, diğeri daire formunda iki havuzda dinleniyor.
Merdivenle indiğimiz havuza gelip oradan yine yoluna devam edişini izlemek olağanüstüydü.
Dedim ya suyun yolu uzun diye suyumuz Uzun Kemer, Eğri Kemerden geçip şimdi de Baş Havuzda biraz duracak. “Havz-ı Kebir” olarak da adlandırılan Baş Havuz, dairesel bir forma sahip olup derin bir yapıdır.
Kemerburgaz yakınlarında toprak yolla ulaşılabilen Baş Havuz yaklaşık 14 metre çapındaki silindirik bir yapı.
Sinan bu havuz için Galata kulesinin tersi gibidir, demiş. İçe doğru derinleşip huni şeklini alıyormuş meğer.
Kırkçeşme Su Yolu’nun en işlevsel yapılarından biridir. Üstelik hâlâ çalışmaya devam ediyor. Su burada havalandırılıyor ve pislikler çökeltiliyor, lüleler aracılığıyla da debi ölçülüyor.
Kısa süreliğine de olsa dinlendirilen suyun bir sonraki durağı yaklaşık 2 kilometre uzaklıktaki Mağlova Kemeri. Sonra da başka kemerler, galeriler derken İstanbul kara surlarının Haliç’e yakın bölümündeki Eğri Kapı Savaklar maksemine geliyordu. Oradan da çeşmelere ve dönemin İstanbul’u olan sur içine giriyordu.
Aslında bu yazıda bentler, kemerler, havuzlardan bahsettim ama elbette onlarla bitmiyor. Kırkçeşme su yolunda çeşmeler var, su terazileri var, kuyular var, çukur çeşmeler var.
Çukur çeşmeler; bir çoğu maalesef kullanım dışı sadece birkaç tanesini görebilirsiniz. Biri Sultanahmet meydanında, biri Zeyrek’te TEGV binasının içinde.
Su terazileri denilen yapıları sur içinde illa ki görmüşsünüzdür ama farkında değilsinizdir. Mesela her İstanbullunun hayatında bir kez olsun yolu Vezneciler’e düşmüştür değil mi?Saraçhane’deki Şehzade camisi duvarında bir tane su terazisi var. Baca gibi göründüğünden ne olduğunu anlamadan yanından geçer gideriz. Su terazilerinin yerlerini görmek istersiniz diye bir de haritasını bırakayım. Belki yerlerinde görmek istersiniz. Şuradan
Bu eserin sanat yönünün mü, sağlamlığının mı, teknik özelliklerinin mi daha üstün sayılması gerekiyor bilemiyorum.
Mühendislik harikası tamlamasının en yakıştığı yapı diyebilirim.
Sinan bu kemerde olağanüstü bir tasarım gerçekleştirmiştir. Beş ayak, ayakların yükünü hafifletmek için her bir ayağa üçer tane koyduğu hafifletme gözleri, sel yaranlar ve kemerler…
Her biri, inanılmaz bir incelikle planlanmış ve hayranlık verici bir ustalıkla uygulanmış.
Kırkçeşme su yolunun en güzeli hiç şüphesiz Mağlova Kemeridir.
Kazım Çeçen “ eğer Sinan Süleymaniye’yi, Selimiye’yi, köprüleri, hamamları yapmayıp sadece bu su kemerini yapmış olsaydı da bu şöhrete sahip olurdu” diyor. Üstüne daha ben ne diyeyim?
Kazım Çeçen kimdir? Türkiye’ nin su mühendisliği alanında kıymetli ve ekol sahibi alimlerinden biridir.
İçinden insanların geçmesi için koridor yapmış ama ola ki çatıdan yürümek isteyen olur diye en üst katına set de koymuş. Hoş yine de buna teşebbüs edenler yok değil, yapmayın!
Sürekli su kemeri diyoruz da su nerden geçiyor diye düşünebilirsiniz. O yüzden bu konuya değinmek istedim.
Kemerlerde su geçişi en üst kattaki su galerisinden yapılmaktadır. Üçgen çatının altında uzanan galeriden geçen su vadiden geçtikten sonra tepede yine toprak altına girer. Künklerin içinden geçerek yoluna devam eder. Fotoğraflara bakınca kemerlerin en üstünde düz bir çizgi görürsünüz işte oraya kadar olan kısmın içinden su ilerliyor.
Galerinin üstünde menhol delikleri vardır. Böylece su izlenebilir ve temizliği sağlanabilir. Mağlova Kemerindeki su yolunun yüksekliği 175 eni 55 cm’dir. Standart boyda bir insan rahatça yürür diyebiliriz. Halen su aktığını da ekleyelim.
Tahmin edersiniz ki suyun rahatça akabilmesi için belli bir eğimde olması gerekir. Eğim az olursa su az akar ya da akmaz, çok olursa da boşa akar hatta su kanalına hasar verir. Bunu engellemek için Mimar Sinan giriş ve çıkışlarına taşıntı olukları koymuştur.
Mağlova Kemeri’nin insanoğlunun yarattığı ölümsüz eserler arasına boşuna girmediğini ancak onu görünce anlayabiliriz. Yazımın baş kahramanı Mağlova kemerinden sonra yazımı bitirirken bana sadece “su gibi aziz olunuz“ demek kalıyor dostlar!
Su uzun çağlar boyunca uzun yolları aşıp, bin bir emekle inşa edilen yapılardan şehrimize gelmiş. Sanmayın ki şimdi teknoloji ilerledi diye işler kolaylaştı. Aksine artan nüfus ve azalan yağışlar su sorununu daha da ciddi boyutlara getirdi. Evlerimize gelene kadar yüzlerce çalışanıyla İSKİ aksamadan hizmet veriyor. Pompaların çalışması için yüzlerce KW elektrik sarfiyatı oluyor. Yani su için elektrik de gerekiyor. Suyu her daim idareli kullanmamız şart!
Bir başka Mimar Sinan eseri incelemesinde buluşmak üzere. Unutmadan yazım hoşunuza gittiyse de abone olunuz. Hatta instagram hesabımdan da takip ederseniz mutlu olurum.
Sevgilerimle,
Yeni yazılarımdan haberdar olmak ve daha fazla fotoğraf, video için sosyal medya hesaplarımı takip etmeyi unutmayın!
Diğer yazılarımdan bazılarının linkleri de aşağıdadır.
Kanuni Sultan Süleyman Köprüsü: Zamana Meydan Okuyan Mucize
Nuruosmaniye Camii: Bir İstanbul Şaheseri
Kızıl Meydan’ın Gizemi: Lenin’in Mumyası
Nepal’in yaşayan tanrıçası Kumariler
Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.
4 Comments
Bilmediğimiz su yolları , sarnıçlar , neler neler varmış , emeklerine sağlık
teşekkürler, bu cevanım gelecek mi merak ediyorum
Muhteşemdi teşekkürler
İyiki varsın:)