
Mısır’ın kadim başkenti Kahire, tarih ve kültürün buluştuğu, büyülü bir şehirdir. Piramitlerin gizemli ihtişamı, Nil Nehri’nin sakin akışı ve sokakların kaotik canlılığı, her adımda farklı bir duygu uyandırır. Hazırsanız, Giza Platosu’nda başlayan, Pizza Hut’ta devam eden ve Kahire’nin keşmekeşinde son bulan unutulmaz bir günün heyecanına gelin siz de ortak olun.
Mısır uygarlığı denilince akla sadece piramitler gelse de, eski Mısırlılar tıp alanında çok iyiydiler. Diş dolgusu bile yaptıkları söylenir ki mumya yapanların bunu yapması doğal. Takvim, cam ve yazıyı (hiyeroglif) keşfetmiş; Pi sayısından dahi haberdar olacak kadar ileri bir medeniyete sahipti. Bu bilgileri konuşa konuşa piramitlerin yanına kadar gelmiştik.
Sanılanın aksine, piramitler çölün ortasında değil; bildiğiniz Kahire’nin dibinde, Giza denilen semtte bulunuyor. İlk gidişimde bu durum bende hafif bir hayal kırıklığı yaratmıştı, ama Kahire de tüm şehirler gibi hızla büyüyor ve değişiyor.
Yapılışlarının üzerinden binlerce yıl geçmiş bu eserlerin yakınında fotoğraf çekmek bir derttir. Kadraja sığdırmak dert, ama daha büyük bir dert var: Deve sahipleri. Gizli çektiğinizi anlarlarsa peşinizi bırakmıyorlar. Ya parasını verip çekeceksiniz ya da hızla uzaklaşacaksınız.
Piramitleri tek kareye sığdırmak için, herkesin çıktığı o panoramik tepeye doğru yürümelisiniz. Biz de hevesle yürüdük. Meraklı gözlerle bizi izleyen Mısırlı çocuklar, elimizde piramidi tutuyormuşuz gibi yapacağımız havalı fotoğraflar çekmemizi bile önerdiler. Eh, artık farz olmuştu, biz de çektik gitti!
Şimdi öyle fotoğraf çekebiliyoruz dedim fakat piramitlerin yakınında fotoğraf çekmek çok zor. Kadraja sığdırmak dert o uzaklaşarak aşılır. Amma velakin daha büyük bir dert var, nasıl mı ? Deve sahipleri sizden bunun için para isteyecek de ondan. Gizli çektiğinizi anlarlarsa sizin peşinizi bırakmıyorlar. O sakin gibi görünen deveye ne yapıyorlarsa artık hayvancağız garip sesler çıkartıyor ve korkuyorsunuz hem de çok korkuyorsunuz. Mecburen ya parasını verip çekeceksiniz ya da uzaklaşacaksınız.
Piramitleri gördük, taşlara çıktık, fotoğraf çektik; artık deveye binme vaktidir dedik. Aslında binmek istemiyorduk ama onlar bizim ısrarla binmemizi istiyordu. Heyecanla pazarlık yapmaya koyulduk. Anlaşamayınca, arkadaşımızın arkasını dönüp ilgilenmeyen tavrı işe yaradı ve en güzelinden indirimi kaptık! (Adam başı 25 Pound ile oldukça makul bir fiyat olduğunu düşünmüştük.) Sizde de yarar bu taktik, aklınızda olsun, asla fiyatı hemen kabul etmeyin !
Nihayet deveye bindik ama binmesi dert, üstünde oturması ayrı bir dert mübarek hayvanın. Develeri çeken çocuklar ise daha 10 yaşlarında olmalarına rağmen ağızlarında sigara, bize pis pis bakıp gülümsüyorlardı.
Derken, çölün ortasında inanılmaz bir olay yaşadık: Önce hafiften hava karardı, deli bir rüzgarla beraber kum fırtınası geldi. Ardından bir anda bastıran yağmurla sırılsıklam olduk. O sıcakta gel deveye bin, yağmur yağsın, develer koksun, çölün ortasında titre! Bir gün önce “Mısır’da yağmur yağacak derlerse gülerim” diyen rehberi iyi ki yanımızda değildi.
Deveden iner inmez oh be, dedik. Tam o esnada deveyi güden ufaklıklar bahşiş diye yakamıza yapıştılar. Parayı beğenmeyip tartışma başlatınca, tek çare olarak kaçmaya karar verdik. Yağmurdan ıslanan sapsarı kumlara bata çıka biz önde, ufaklıklar arkamızda bir koşuşturma başladı. Kalp çarpıntımızı ağzımızda hissediyorduk; ufacık çocuklar olsalar da sigarayla beraber esrar çeken tiplerdi, korkmakta haklıydık.
Nefes nefese kalmış, arkamızdan dolaşıp önümüze atlarlar mı korkusuyla kalabalığa karışmıştık. Sonunda Sfenks’in önüne gidince tüm bu olanları unuttuk.
Sanki Sfenks’in yanında tek damla yağmur yağmamış gibiydi. Onlarca turistin ıslak, kumlu, ter içinde ve kıpkırmızı suratlarımıza bakışını hiç unutamam. Sanki Sfenks bizimle konuşur haldeydi: “Sakin olun. Bakın ben sessizce yıllardır piramitleri bekliyorum, neler neler gördüm. Kimleri gördüm de ses etmeden muhafızlığımı yapıyorum” diyordu.
Sfenks gezimiz bitmişti ve biz yorgun, şaşkın, üstelik çok açtık. O anda karşımıza çıkacak en güzel şey Pizza Hut olabilirdi. Garip ama gerçek; binlerce yıldır ayakta duran devasa eserlerin tam karşısında Pizza Hut var! Yanı başında hayvan pazarı, at üstünde koşuşturan delikanlılar… Sağımızdan solumuzdan “Benim papirüs dükkanıma gel!” diyenlerin arasında pizzacıya doğru ilerledik.
Daha Pizza Hut’a girerken taksiciyle uzun bir diyalog başladı:
Taksici: Sizi Kahire’ye götürebilirim. Biz (kibarca): İşimiz uzun, teşekkürler. Taksici (peşimizden yürüyerek): Olsun, beklerim. Biz (kızgın): Arkadaşım, biz kalabalığız, iki taksiye sığıyoruz, hiç bekleme sen, hadi güle güle! Taksici: No problem madam, ben kapıda beklerim.
La havleee! Taksiciyi savıp rahatça pizza yiyelim dedik. İçeri girdik. Hemen yanı başımızda beliren garson “Sizin için mükemmel bir masa ayarlayabilirim, hem de piramit manzaralı,” dedi. Üst kata çıktık ama adamın niyetini anlamamız kısa sürdü, çünkü menü fiyatı ikiye katlandı! “Good view, good price” cevabı çok da akla yatkın değildi. Neticede piramitler, bırak üst katı, uzaydan görülüyorlar yahu. Bir la havleeee daha çektik ve cümbür cemaat aşağı indik. Manzaramız mı? Piramitler karşımızdaydı, başında da Pizza Hut şapkası!
Karnımız doymuş vaziyette kapıya çıkınca, yüzünde hiç eksilmeyen gülümsemesiyle yapışkan taksicimiz karşımızdaydı. “Size bir haberim var, çok şanslısınız çünkü bir taksici arkadaşımı daha ayarladım, artık iki taksiyiz!” dedi. Artık pes etmiştik.
Onca bağrış çağrışa rağmen adamlar yine dibimizdeler. Sokakta ilerledik ve ufak bir parfüm atölyesine girdik. Taksiciler de bizimle demiş miydim? Kafayı yemek işten değil ama demek coğrafyadan kaynaklı, Allah bir sabır veriyor insana.
Parfüm imalathanesinden papirüs atölyesine hangi ara girdiğimizi inanın hiç hatırlamıyorum. Papirüs, Nil nehrinde yetişen bir su bitkisi olup, binlerce yıl sağlam kalabilen mucizevi bir yazı kağıdıdır.
Eski Mısırlıların yelken, bez, hasır ve yazı kağıdı olarak kullandıkları papirüs onlardan Yunanlılara, daha sonra Romalılara geçmiş ve M.S. üçüncü yüzyılda yerini parşömen alıncaya dek kullanımı sürdürülmüş. Yunanca papiros kelimesi Kıptice’den ödünç alınmış ve neredeyse tüm batı dillerine girmiştir.
İngilizce’deki “paper” (kağıt) ve Türk argosundaki “papel” (para) kelimelerinin orijini de buradan gelmektedir.
Aslında satın almak aklımızda yoktu. Ama yapılışını izledikten sonra etkilenmiş olmalıyız ki, hepimizin elinde bir poşet vardı. Benim bir şey almadığımı gören dükkan sahibi, ısrarla hediye vermek istedi. Kırmamak için bir Nefertiti resmi aldım ve ismimi hiyeroglif harfleriyle yazdırdım. Keyfimiz yerine gelmişti.
Taksilere bölüşüp yola düşünce, gece olmuş Kahire’nin diğer yüzü kendini göstermişti. Derler ya, “gece kötülükleri, pislikleri örter” diye. Yalan, küllüm yalan! (Arada Arapça kelimeler kullanma alışkanlığı da edindik.) Sokaklar, trafik, korna sesleri, satıcılar… Keşmekeş daha da gözler önündeydi. Belli ki herkes bayram gününün gecesini sokaklara atarak geçiriyordu.
Kızlar da başka bir alem; süslü püslü, boncuklu, parıl parıl kıyafetler, yüzlerde bir ton makyajla geziniyorlar. O kalabalık caddede ara sokağa sapıp bir kahveye attık kendimizi. Kadınların girmediği bir yer olsa gerek, masamızın etrafı çevrildi. Herkesin bize bakmasına şaşırmıştık, öyle dakikalarca bakıştık. Ufak çocuklar, “What’s your name?” deyip kaçıyorlardı.
Sinemaların afişleri geliyor gözümüzün önüne; meğer o akşam çok önemli bir film gösterime girmiş ve insanlar içeri girmek için üst üste yığılmışlar. Tam bir Yılbaşı gecesi Taksim Meydanı manzarasıydı.
Kalabalıktan sıyrılıp Nil kenarına gelmişken, önümüze bir sorun çıktı: Karşıya geçmek! İşte bu tam bir kabustu. Bunu başarırsanız gerisi kolay; iş sadece taksiciyle pazarlık yapmaya kalıyor. Bir noktadan sonra pazarlık yapmak gereksiz diye düşündük ve mesafe ne olursa olsun her yere 20 pound vermeye başladık. O rakamda neden sabitledik hâlâ anlamıyorum, sanırım hesaplaması kolaydı.
Peki, ya o taksilerin içi neydi öyle? Aman Allah’ım! Yıllardır yıkanmamışlar, dikiz aynaları kırık ya da yok, içeride sağda solda süs eşyaları sarkıyor. Hızlı gitmeleri, deli gibi sollamaları ve korna çalmaları tam bir kabus anlayacağınız.
Türlü badirelerden sonra otele varmak, Survivor parkurunu tamamlamış gibi hissettiriyordu. Günün yorgunluğuyla vasat denilecek otel odasında uyumaya çalışırken hâlâ kulağımda taksicinin “No problem!” deyişi vardı.
Yeni yazılarımdan haberdar olmak ve daha fazla fotoğraf, video için sosyal medya hesaplarımı takip etmeyi unutmayın!
Piramitlerden papirüslere bir macera
Piramitlerin gizemlerini buradan okuyabilirsiniz.
Kahire’ de gezilecek yerler burada
Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.