

Arnavutluk’ u tanımak için gelin günümüzden biraz eski çağlara gidelim. Arnavutlar’ ın kıtanın en eski halkları olduğu söyleniyor. Ta İlliryalılar’a yani antik çağlara kadar uzanan bir geçmişten bahsediyoruz. Merak etmeyin ben o kadar derinlere inerek başlamayacağım. Ama Bizans’ ın ilk kurucusu imparatoru Konstantin’ in İlliryalı olduğunu da eklemezsem olmaz. ( şimdiki Niş şehrinde doğmuştur )
Bizans’ ın yükselişiyle İliryalılar’dan sonra bölgede kale şehirler dönemi başlamış. En büyük değişimi ise Osmanlı ile olmuştur.
Osmanlı sarayına rehin verilen Arnavut İskender Bey (Skanderbeg) ise başlı başına bir olay. Ülke genelinde adını, heykelini, resmini en çok göreceğiniz şahsiyet olması bu yüzdendir.
Babası İvan (Gjon) Kastrioti, o dönemde Arnavutluk’un önemli beylerinden biridir.
Osmanlı bölgeyi 1415 yılında topraklarına katıyor ve o zamanlarda buradaki derebeyi olan Kastroati ailesiyle anlaşma yapıyor. Sen krallığına devam et ama isyan etmeyeceğine dair bize garanti ver, diyor. O da daha sonra İskender bey olarak tanıyacağımız oğluyla beraber üç oğlunu padişaha rehin olarak veriyor. Hikaye böyle başlıyor.
Çocuklar Edirne’ de eğitime tutuluyor hatta Fatihle beraber büyüyorlar. Tıpkı daha sonra kazıklı Voyvoda olarak tanıyacağımız Vlad Tepeş gibi… Ders aldıkları medrese gözümün önünde canlandı bir an; Vlad tepeş kardeşi Radu, İskender bey ve kardeşleri, şehzade Mehmet filan ortam karışık. Yalnız biraz bizim bu Mehmet’ten mi kaynaklanıyor yoksa imparatorluğun kendisinden mi bilemiyorum bu sınıftaki herkes ona gıcıklıkları yüzünden binlerce insanın ölümüne sebep olmuşlar gibi bir şey yok mu sizce de? Neyse artık olan olmuş günahları boyunlarına olsun… Biz kendi konumuza dönelim:)
Gel zaman git zaman küçük İskender büyümektedir. İskender Bey olur ve Osmanlı ordusunda önemli görevlerde, büyük başarılar elde eden biridir. Fakat geçmişini ve geldiği yeri asla unutmaz. Babasının hakimiyet sürdüğü toprakları geri alma arzusuyla Osmanlı ordusundan ayrılarak Tiran yakınındaki Kruja (Akçahisar) Kalesi‘ni ele geçirir ve Osmanlı’ya karşı isyan başlatır.
Az askerle, küçük ama düzenli bir orduyla Osmanlıya karşı gelmek çok zordur. Osmanlı 160 ila 200 bin kişiyle 20 bini anca bulan Arnavutların üstüne altı kez gelir. İskender Bey ve 3000 kişilik ordusu bu kaleyi bir harekât üssü olarak kullanır. Kruja kalesini, II. Murad dört kez, oğlu Fatih Sultan Mehmet iki kez kaleyi kuşatsa da alamaz.
Bu kuşatmalardan birinde enteresan bir olay yaşanır. Bir gece İskender Bey, boynuzlarına mum takılmış bir keçi sürüsünü aşağıda kamp kuran Türklerin üzerine gönderir. Bunun bir Arnavut saldırısı olduğunu sanan Türkler harekete geçince, İskender Bey de saldırıya geçer ve onları yener. İskender Bey, o gece kullandığı “ustaca taktiklere” atıfta bulunarak, üzerinde keçi başı bulunan bir miğfer tasarlar. İşte fotoğraflarında gördüğünüz miğferin hikayesi budur.
İskender Bey, 1443’ten 1468’de sıtmadan ölüne kadar, yaklaşık 25 yıl boyunca Osmanlı Devleti’nin Arnavutluk’ta tam anlamıyla yerleşmesini engellemek için mücadele etmiştir. Fatih Sultan Mehmet’ i bezdiren, koca İstanbul fatihine; hiçbir millet beni Arnavutlar kadar yormadı, dedirten adamdır.
Ortodoks doğup, müslüman olan sonra katoliklerden yardım alınca mezhebini değiştiren komutan stratejik zekası ve gerilla taktikleriyle tanınır. O öldükten sonra Fatih’ in ” vay Hıristiyan dünyasının haline, kılıç ve kalkanlarını kaybettiler” demiştir. Dünya çapındaki askeri akademilerde hala taktikleri incelenmektedir. Dinini değiştirip hristiyan olsa da adını değiştirmemesi ise ilginç bir detaydır. Bana müzisyen Emir Kusturica’yı anımsattı nedense.
Her yerde karşınıza çıkacak bu adam ve başındaki sembol artık sizi şaşırtmayacak değil mi?
1910–12 arası Arnavut milliyetçileri Osmanlı yönetimine karşı ayaklanırlar. Başkaldırılar, isyanlar sonrası zar zor Osmanlı tebaasına girseler de Osmanlı’yı en son onlar terk etmiştir. Zaten Arnavutlara göre bir şey ya siyahtır ya beyazdır, arada gri olmaz. Söz verdikleri zaman yaparlar, besa bes dediğimiz bir karakter özelliğimiz vardır. Canları istemezse hayatta yapmazlar!
Bağımsızlığı 1913 yılında Avrupalı Büyük Güçler tarafından tanınmakla birlikte Kosova Sırbistan’a, Çamëria (Çamlık) Yunanistan’a verilir.
1928–39 yılları arasında ise eğitimini Galatasaray Lisesi’nde almış olan Zogu‘yu Arnavutluk kralı olarak tarih sahnesinde görüyoruz. Alın size nteresan bir hadise; Atatürk’ ün krallığını ilan eden Zogu’ yu “Mussolini’ nin maşası olmayın” diye uyardığı bilinir. O döneme kadar iki ülke arasında gayet iyi ilişkiler varken biraz ara açılmıştır. Nihayetinde Atatürk haklı çıkmış İtalya II. Dünya Savaşı döneminde ülkeyi işgal etmiş, sonra da Almanlar tarafından işgal edilmiştir.
Buraya kadar anlattıklarım coğrafya kaderdir sözünü doğrular nitelikte. Önce İliryalılar, Bizans, İskender bey, Osmanlı, İtalyan ve Alman işgallerini gördük. Ama bitti mi bitmedi, şu an sizin burun kıvırarak gezdiğiniz Arnavutluk’ u anlamak için yakın tarihe geldik.
Şayet Arnavutluk’u anlamak istiyorsanız bundan sonrasını çok dikkati okumalısınız.
Soyadından anlaşılacağı üzere müslümandı ve babası ticaretle uğraşıyordu. Anne tarafı ise zengin ve köklü bir sülaleydi. Maddi güç ve tanıdıklar vesilesiyle Korça’ da özel Fransız kolejinde okudu. Burslu olarak gönderildiği Paris’ ten mezun olamadan döndü. Diplomasız bir şekilde sanki diploması varmış gibi lise öğretmenliği yaptı. Sonra yurtdışı görevleri ve onu izleyen komünist parti ile tanışma süreci izledi.
1961 yılında Enver Hoca rejimi tam olarak başladı. Başta SSCB, Çin ile arası iyiyken onlarla da bozuştu, zaten Tito ile hiç anlaşamıyordu. Yunanlıları hele Türkleri hiç hiç sevmezdi. Dolayısıyla tek başına ve içe kapanık bir ülke olmuşlardı.
Enver Hoca yarattığı kendine özgü rejimle, 1967’de Arnavutluk’u resmen
“dünyanın ilk ve tek ateist devleti” ilan etti.
Türkiye’de o dönemler ne kadar dikkat çekti bilmiyorum ama biz Arnavutlar durumdan haberdardık. Enver Hoca yönetiminde halkın yaşadıkları az da olsa kulağımıza gelirdi. Gidip gelen uzaktan akrabalarımız vardı. Oradan sınırlı sayıda gelen tebrik kartlarında soğuk bir kutlama yazısı olurdu. Mektupların ve tebrik kartlarının okunduktan sonra postaya verildiğini hepimiz bilirdik. Ben en çok zarfların üzerindeki pulları severdim, hepsi komünizm simgelerini içeren türdendi. Bayılırdım gerçi halen Sovyet-Komünist simgesi ne varsa çok severim. Şuraya pulların birkaç fotoğrafını da bırakayım. Sanırım elimdeki pullar günden güne değerleniyor. Köşeyi dönerim belki belli mi olur ?
Neyse efendim bu Enver Hoca, dine karşı açılan savaşı, vatansever ve komünist bir görev olarak sundu. Bir konuşmasında Karl Marks’an alıntı yaparak söylediği şu cümlelerden sonra açık açık eylemlerine başlamıştı.
” Din halkın afyonudur. Herkesin bu büyük gerçeği anlaması için elimizden gelenin en iyisini yapmalıyız, zehirlenmiş olanları da iyileştirmeliyiz. “
Enver Hoca’nın aklında olan tek bir şey vardı; insanlar sadece ona boyun eğmeliydi, Tanrı’ya değil. İşte tüm yaptıkları bu hayalin gerçekleşmesi içindi.
O kadar megalomandı ki karısı ile arasında geçen bir konuşma şöyle aktarılır. Eve geldiğinde canı sıkkın, yüzü düşmüştür. Eşine, “Çin ile aramız bozuk, böyle giderse savaş açacağız. Eşi de; “Neden üzülüyorsun, sen güçlüsün, biz büyük bir devletiz, neden korkuyorsun?” der. O da cevaben, “Ben Çin’le olan savaştan korkmuyorum, savaştan sonra esir alacağım 1 milyar Çinliyi nereye sığdıracağız onu düşünüyorum” der.
1944’ten 1985’teki ölümüne kadar, Arnavutluk halkı Enver Hoca’nın bu baskıcı rejimi yüzünden derin ve kalıcı zorluklar yaşadı. Ülkeyi dünyadan tamamen izole eden, aşırı baskıcı bir rejim kurdu. Yaşananları şöyle sıralayarak olayın vehametini anlamanıza yardımcı olmak isterim.
Tüm bunlar yaşanırken bir yandan Arnavutluk, Enver Hoca’nın İtalyan mafyasıyla işbirliği halinde yürüttüğü kaçak sigara ve uyuşturucu ticaretinin güvenli deposu olarak işlev görmekteydi. Fakat halk bundan yıllar sonra haberdar olacaktı. Gerçekleri öğrenmek hem geç hem acı sonuçlar vermişti.
1985 yılında Hoca öldükten sonra ancak 1990’da bağımsız siyasi partiler kurulabildi. Bu tarihten sonra ülkede yavaş yavaş bir şeyler değişmeye başladı.
1991 yılında ise adı Arnavutluk Cumhuriyeti olarak değiştirildi.
Enver Hoca dönemi, Arnavutluk için dış dünyadan kopuk, baskıcı ve maddi sıkıntılarla dolu bir dönem oldu. Rejimin halk üzerinde yarattığı psikolojik ve fiziksel travmalar, derin izler bıraktı. Ekonomi kötüydü, insanlar ne yapacakları hakkında hiçbir şey bilmiyordu ve iç savaş başladı. Bu birkaç yıllık süreçte olan tabii ki yine insanlara oldu. Ölümler, göçler, mafyalaşma, silahlanma daha bir sürü şey yaşandı. Anlayacağınız ülke insanın çekmediği çile dertler kalmamıştır.
İçlerinde birçok ülkeye gitmiş, kendisini gezgin, hümanist filan diye nitelendiren birçok kişiden duyduğum bir cümle var: “Gitmeye değmez, hiçbir şey yok, Karadağ’a geçmek için kullandık.” Turist olarak gezen tur otobüsü nerde durursa inen kişilere lafım yok ama insanın gideceği ülkeyi biraz araştırmasını öneririm. Zira kitap yüklü merkepten ne farkınız kalır?
Dilerseniz diğer Arnavutluk yazılarımı da aşağıda verdiğim linkleri tıklayarak okuyabilirsiniz. Unutmadan sosyal medya hesaplarımdan beni takip ederseniz aşırı mutlu olurum.
Herkese keyifli okumalar…
Neden Arnavut kaldırmı denir, her gün ciğer mi yiyoruz?Ya böreklerimiz, dillere destan düğünlerimiz, inadımız tüm bunların detaylarını öğrenmek isterseniz işte size o yazımın linki.
Arnavutluk ve Arnavutlar hakkında az bilinenler
Arnavutluk: Avrupa’nın yeni yıldızı
Tiran: Komünizmden Renkli Bir Şehre Dönüşen Başkent
Arnavutluk’un Gizli Cenneti: Theth Gezi Rehberi
Kruja şehri ve Bektaşi tekkeleri
Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.
2 Comments
Önyargı ile gittiğimiz her ülkeden çok farklı duygularla dönmüşüzdür. Bu arada Pulları hatırlıyorum, birinde gjirokaster var
ilk sıralarda İran var mesela