Bender kasabası haritalarda yer almayan Transdinyester ülkesinin başkenti Tiraspol’a sadece 18 kilometre uzaklıktadır. Bu şehri önemli yapan ise Osmanlı’ nın kuzeydeki son kalesinin burada aynı isimle bulunmasıdır. Bu yazıda kaleyle alakalı duyacağınız gerçek olaylar, efsaneler ve dedikodularla beraberce lise yıllarımıza döneceğiz fakat bu kez tarih dersinde eğlenceceğiz.
Hemen şuraya bir de kalede çektiğim videomun linkini de bırakıyorum. Ola ki bir yandan da açıp izlersiniz.
Şayet Kişinev’den gidecekseniz Central gare’ den sabah erken saatlerde başlayan karşlıklı minüslere binip gidebilirsiniz. Kaleyi gezdikten sonra Tiraspol’ e gidip Transdinyester gezinizi tamamlarsınız.
Yok benim gibi yapıp önce Tiraspol’ e gittiyseniz de şehir merkezinden 19 numaralı troleybüs Tiraspol ile Bender arasında sık sık sefer yapar (20 dakika). Nehrin üzerindeki köprüden sonraki ilk durakta inip kaleye yürüyebilirsiniz.
Kaleyi gezdikten sonra Kişinev’ e dönecekseniz de hemen merkezde otogar var ve sık sık minibüsler kalkıyor telaş etmeyin. Ha sizin vaktiniz yoktur bir günlüğüne Transdinyester’ e geldiyseniz Bender ve Tiraspol arasını taksi ile gidiverin. Böylece kalenin kapısına kadar da gitmiş olursunuz.
Gelelim şehreeee, 1408 yılında kurulan Bender şehri, Karpat Dağları’ndan başlayıp Karadeniz’e dökülen Dinyester’in orta kesimlerinde yer almaktadır. Antik çağlardan beri Lviv’den Kartaca’ya giden ticaret kervanları Dinyester boyunca geçerlermiş. Yani yol üstü bir şehir olunca yolcusu da üstünde gözü olan da çok olmuş.
Bender Farsça’da “nehir kıyısında liman” anlamına gelmektedir. Arapça’da ise “pazar, ticaret yeri, mübadele yeri” mânasındadır. XIII. yüzyılda Tatarlar buraya hâkim olmuşlar, fakat Alexandru cel Bun ve Stefan cel Mare Tatarlar’ı ırmağın karşı kıyısına sürmüşler. Sonra burada sınırı korumak üzere küçük bir kale yaptırmışlardır.
Başlıca ilgi çekici yeri de zaten bu kale. Türkler ve Ruslar arasında yoğun çatışmalara sahne olan 16. yüzyıl Osmanlı kalesi halen ayakta. Dinyester nehri kıyısındaki bu Bender kalesi Osmanlı’nın son sınır kalesi olarak biliniyor. Kalenin girişindeki kitabede, Kanuni Sultan Süleyman’ ın “ ben dünyanın tek hakimiyim” sözleri halen duruyor.
Kale iyi korunmuş, halka açık ve küçük bir müzesi ve nehre bakan harika manzaraları var. Ordu üssü hala orada bulunuyormuş. İçindeki efsanelere de geleceğim ama bu kale Osmanlı tarihi açısından çok önemli önce onu anlatayım.
Tarih derslerimizde o ne biçim isim dediğimiz Demirbaş Şarl’a kadar geriye gidelim. Bildiniz mi, işte o Demirbaş Şarl aslında İsveç kralı. Ee ne işi var burada İsveç nere, Moldova nere değil mi?
Anlatıyorum toplaşın; yenile yenile yenmeyi öğreneceğiz, diyen Rus Çar’ı Petro’ yu hatırladınız mı? İşte en sonunda yenmeyi öğrenmiş ve İsveç Kralı XII. Karl’ ı yenmiş. O da Osmanlı Devletine sığınmış. Fakat bu İsveç kralı Karl Barış Manço şarkısındaki halamın kızı Zehra gibi mübarek. Üç günlüğüne gelip tam dört yıl bu kalede kalmış. Bu sürede masrafları devletin “demişbaş” kaleminden ödenmesinden ötürü adıın önüne “Demirbaş” lakabını yapıştırmışız. Bence haklıyız ama misafirlikte bir yere kadar.
Aman anlata anlata bunu mu anlattın demeyin ne olaylar ne olaylar var. Daha eskiye gidelim kalenin ilk alınışına yani Muhteşem Süleyman zamanına.
Seferin sebeplerine girmeyeceğim de anlatılan hikayeye göre nehir yağmurdan dolayı etrafını bataklığa çevirmiştir ve orda karşıya geçmekte zorlanır. Hatta azgın suları geçemezler ve köprü yapsak deseler de suya karşı duramayacaklarını düşünürler. O esnada paşalardan biri yeniçerilerden birinin bu konuda mahir olduğunu gelir padişaha söyler. Getirin bakalım soralım yapabilir mi derler, asker gelir kafasındakini anlatır ve yaparım der. Köprü yapılır ordular karşıya geçer ve yapan yeniçeri köprüyü yıkar da aynı zamanda. Aman diyene kadar yıkılan köprünün hesabını padişaha verecektir. ” padişahım merak buyurmayınız düşman askeri arkamızdan geçmesin diye yıktım ama aynısını yaparım” der. İşte bu kendinden emin ve işinde usta yeniçeri o zamanlar elli yaşlarında olan Mimar Sinan’ ın ta kendisidir. Kanuni ile de ilk karşılaşmaları bu şekilde olur.
Bu anlatılan hikayeyi destekleyen yazılara Evliya çelebi’ nin notlarında görüyoruz. Mimar Sinan’ın çeşitli tezkirelerinde yaptığı her türlü eserin adları olmakla beraber kaleler yoktur. Fakat Sinan’ın Kanûnî’nin ordusu ile Kara Boğdan seferine katıldığı da bilindiğine göre bu sırada Bender Kalesi’ni de inşa etmiş olması tamamen ihtimal dışı sayılamaz.
Kale içindeki bir burcun altında müzede kale maketi vardı. Tüm kalenin ihtişamını böylece daha iyi anlamamız mümkün kılınmıştı. Tam ortada da Osmanlı askerlerinin mezar taşlarından kalan birkaç parça sergilenmişti.
Kalenin bir efsanesi de var; Osmanlı komutanının aşkına karşılık vermeyen bir Moldova kızı kendini surlardan atmış. O günden beri hayaletinin dolunay zamanında surlarda dolaştığı söyleniyor. Aynı kız, aynı hayalet ama başka bir hikaye daha var. Bu versiyonunda Osmanlı komutanı kızı zorla kalede tutmuş. Kız onu sevmemiş, istememiş bir gün de kendini burçlardan atarak canına kıymış. Peki tahmin edin kalede hangi versiyonu anlatılıyor? Bingo tabii ki Osmanlı zorla tutmuş versiyonu. Kaledeki işkence odalarında da işkence yapanların Osmanlı olduğu anlatılıyordu ama sesimizi çıkarmadık.
Unutmadan Büyük Rus şair Puşkin, güneydeki sürgün yıllarında Bender’ de bir müddet kalmış geçirmiş. Şair ile ilgili bir yazım da var. Aşağıya linkini bırakıyorum.
Hayalet filan boşverin size Osmanlı tarihinin en büyük dedikodusunu anlatacağım. Ay çok heyecanlı çayınızı kahvenizi aldınız değil mi, başlıyoruz.
Yine aynı bölgedeyiz deli Petro’ nun askerlerinin etrafı Osmanlılarca kısa sürede sarıldı. Rus ordusunun besini ve cephanesi tükenmekteydi. Sadrazam Baltacı Mehmed Paşa da taarruz emrini çıkartmak için uygun anı bekliyordu. Tam bu anda tarihin seyrini değiştirecek bir şey oldu.
Petro’nun o zaman henüz karısı bile olmayan ( hadi biz ona nişanlısı diyelim ) Katerina Osmanlı’ya teslim olarak bir barış teklifinde bulunmayı önermişti. Çünkü Osmanlı Türk-İslam geleneklerince aman dileyerek teslim olan düşmanlarını öldürmediği biliniyordu. Buna istinaden derhal Sadrazam Mehmed Paşa’ya mektup gönderildi. Baltacı Mehmed Paşa hiçbir riske girmemek adına Rusya’ nın barış teklifini kabul etti.
Ardından meşhur Prut Antlaşması imzalanır. Antlaşmanın imzalanmasından Sultan 3. Ahmed de memnun olmuştu. Ancak ordusunu kuşatmadan kurtaran Çar I. Petro’nun vaatlerini yerine getirmemesi, sadrazama karşı İstanbul’da bir muhalefet grubunun oluşmasına yol açar.
Baltacı Mehmed Paşa kendini savunuyordu fakat fayda etmedi ve Baltacı Mehmed Paşa, Padişah III. Ahmed tarafından Midilli’ye sürüldü. Paşanın kendisine ve yanındaki devlet adamlarına 7 araba dolusu mücevherat, para ve hediyeler yollanmıştı. Bu paralardan nasibini alan Sadaret Kethüdası Osman Ağa ve Sadaret Mektupçusu Ömer Efendi idam edildiler. Baltacı Mehmed Paşa da 1712’de hayata veda etti.
Peki dedikodu bunun neresinde az sabırlı olun şekerlerim geliyor. Hepimizin aklına bir şekilde sokulan bugünün magazin haberleri gibi bir haber yüzyıllardır dolanıyor.
“Baltacı Mehmed Paşa Rus ordusunu Prut savaşında kıstırmış, sonra Rus Çariçesi Katerina savaş alanında paşanın çadırına gelmiş, o gece birlikte olmuşlar, paşa da kuşatmayı kaldırmış ve Rusya kurtulmuş. Yoksaaa, bugün Rusya diye bir devlet olmazmışmış.” Hatta ileri gider ve devam ederler “Bu Baltacı var ya bu Baltacı, biraz akıllı olsaydı, Rusya diye bir ülke yoktu bugün.”
Oysa elbette olaylar öyle gelişmemişti. İlber Ortaylı, “Prut Savaşı sırasında Baltacı Mehmed Paşa ile görüşmeye gelen heyet arasında Çariçe adayı Katerina ve bazı hediyeler vardır. Paşa’nın rüşvet aldığına dair dedikodudan başka bir delil yoktur. I. Petro kuşatmadan kurtulduktan sonra çıkardığı emirnamede Katerina’dan kurtarıcı olarak söz ediyor ve onunla nikâh kıyıyor” der.
Peki bu olayın sonucunda ne oldu? Büyük Petro galip geldi ve gerçekten de büyük Rusya imparatorluğunun temelleri sağlamlaştı. Osmanlı cephesinde ise Azak kalesi geri alınmış ve Kırım’ın Rusya’nın eline geçmesi bir süre önlendi. Tarihin tozlu sayfalarında adı unutulacak Baltacı Mehmed Paşa ise bir dedikodu sonrası ünlenmiş ve hakkında söylenen efsanelerle günümüze kadar adı anılır biri oldu. Yine de tam bir çamur at izi kalsın vak’ası değilde nedir?
Kalenin restorasyonu için Avrupa Birliği ödenekleri var ve Unesco elbette devreye girmiş durumda. Orta avlusunda konserler etkinlikler yapılırken, surlara çıkıp manzara izlemek ufak müzede tarihçesini dinlemek mümkün. Surların dışındaki kısımda bir kilise var.
Alexander Nevski Kilisesi; son Rus çarı ve ailesine adanmış. Kilisenin içindeki resimlerde Romanovların birkaç resmi var, Bolşeviklerin aileyi öldürdüğü anın bir resmi de dahil. Bu isim Saint Petersburg şehrinin en uzun bulvarına adını veren kişiyle aynı.
Kaleyi iki saatte gezersiniz ve giriş ücreti de
Umarım yazım faydalı olmuştur ve eklemek istediğiniz bir şey varsa yoruma yazın lütfen. Ayrıca bunu yararlı bulduysanız beğenmeyi ve paylaşmayı unutmayın olur mu?
Şimdilik hoşçakalın, hep hoş kalın !
Yeni yazılarımdan haberdar olmak ve daha fazla fotoğraf, video için sosyal medya hesaplarım şurada :
Dİğer yazılarım da hoşunuza gidebilir düşüncesiyle bazılarının linklerini de aşağıya bırakıyorum, herkese keyifli okumalar ve sevgiler…
Komrat Gezi Rehberi, Gagavuzya
Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.